Prof. Dr. Hacı DURAN

Akademisyen

duranhaci@gmail.com

Brexit İngiltere’nin Türk Korkusu

İngiltere’nin AB’den ayrılması küresel finans piyasalarında şok etkisi yaptı. Ekonomi uzmanları İngilizlerin AB’den ayrılmakla ekonomilerini ve ulusal refahlarını riske bıraktıklarını iddia ediyorlar. İngiltere’nin Brexit seçimi aslında sadece finansal bir sorun değildir. Irkçılık, ayrımcılık, tarihi gurur ve temsillerin yeniden resmileşmesi ve İngiliz emperyalizminin yeniden güncel ve özenilen bir imaja dönüşmesi demektir. İngiltere’nin tek başına yeniden oyun kurma iradesi gösterme talebi anlamına gelmektedir. Türk Korkusunun İngilizlerin kararlarını hala etkiliyor olması da seçimin bir diğer ilginç yanı olmuştur.

Türkiye’nin girmek için yıllardır kapısında kıvrandığı bir birlikten İngiltere niye ayrıldı? İngiliz’ler hangi saiklerin etkisiyle oy kullandılar? Kıta Avrupa’sı ile aynı siyasi, kültürel, ekonomik ve bürokratik birlikten ayrılmak, İngilizlere ne kazandıracak? Bunların üstünde ayrıntılı olarak durmak gerekir.
İngiltere bilindiği gibi İkinci dünya savaşından sonra Amerika ile birlikte bugünkü Avrupa’nın siyasal sınırlarını belirleyen hegemonik bir devlettir. Soğuk savaş yılları boyunca Sovyet yayılmacılığına karşı Avrupa’yı Türkiye ve ABD ile birlikte koruyan bir ülkedir. Avrupa birliği düşüncesi ortaya atıldığı zamandan beri, kendini bu kuruluşun kurucu gücü olarak kabul eden bir krallıktır. Bu tarihi sorumluluğa rağmen AB’den ayrılıyor ve AB ile birlikte iş tutmak istemiyor.
İngiltere’nin niçin AB’den ayrıldığını anlamak için; Brexit/Özgür İngiltere propagandası yapan grupların gerekçelerine bakmak gerekir. AB’ye hayır, yaşasın “Güneş’i Batmayan İngiltere” imajıyla propaganda yapanlar, bilindiği gibi seçimi kazandı ve İngiltere 60 yıldır abilik yaptığı veya himayesinde tuttuğu AB birliği ülkeleri, şimdilik kendi hallerine bırakmış oldu.
AB’ye hayır, Britanya dışarı(Brexit) sloganı ile eyleme geçenlerin kaygılarını aşağıdaki başlıklar altında değerlendirmek mümkündür. Bu başlıklar AB karşıtı İngilizlerin referandum propagandalarında ileri sürdükleri görüşlerden oluşuyor.
1-Türkiye ve Türk halkına duyulan nefret bu faktörlerden bir tanesi oldu. Muhafazakâr ve milliyetçi İngiliz’ler Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemiyorlar. Türkiye’nin AB’ye üye olması onları her zaman ürküyordu. Türkiye’nin üyesi olduğu bir birlikte bulunmayı, milliyetçi İngiliz’ler ulusal değerleri, tarihsel imajları ve güncel çıkarlarıyla bağdaştırmıyor. AB’ye hayır diyen politikacılar propagandalarında Türkiye’nin Avrupa medeniyeti için demografik ve kültürel bir tehdit olduğunu söylüyorlar.
İngiltere Başbakan’ı D. Cameron’un “Türkiye ancak üç bin yıl sonra AB’ye üye olabilir” şeklindeki alaycı ve tahkir edici ifadeleri, Türkiye’de başka bir bağlamda tartışıldı. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’la yapılan sözlü bir düello olarak yorumlandı. Halbuki Cameron, bu ifade ile Türkiye’nin AB’ye üye olabileceğini ileri süren ve halkı bundan dolayı AB’ye hayır kampanyasına ikna etmek isteyen ulusalcı ve muhafazakâr İngiliz’leri susturmak istiyordu. Onlara; korkmayın, kaygılanmayın, Türkiye asla AB’ye üye olamayacak diyordu, bu ifadelerle. AB karşıtı İngiliz’ler Türkiye’ye seçim süreci boyunca sürekli hakaret ettiler. Türkiye’den kimse onların bu hakaretine tepki göstermedi. Ama nedense D. Cameron’un Türkiye tehlikesi yoktur, demesi haber oldu. Sonuçta Türkiye ile aynı siyasi çatı altında olmaktan korkan ve bunu ulusal onurları ile bağdaştırmayan İngiliz’ler kazandı. Türkiye korkusu, İngilizleri AB’den söküp çıkardı.
2- Brexit’çi İngilizlerin en önemli gerekçelerinden birisi de İngiltere Meclisi ve hükümetinin ülkedeki yasal egemenlik hakları meselesi oldu. İngilizler; AB birliği kanunlarının ve anayasasının ulusal İngiliz yasalarından daha üstün kabul edilmesini ulusal onurlarına hakaret kabul ediyorlar. Bilindiği gibi, Türkiye’de uzun zamandır uyum yasaları çıkartılıyor. Uyum yasaları, ulusal mevzuatın AB mevzuatına ve müktesebatına uygun olmasını şart koşmaktadır. Brexit yanlısı İngiliz’ler ulusal yasaların en üstün yasa olması gerektiğini ileri sürdüler. Bunun milli egemenlik için şart olduğunu iddia ettiler. Uyum yasalarıyla İngiltere’nin bağımsız ve egemen bir devlet olmaktan çıktığına inandılar. Bu propaganda ile tarih boyunca Avrupa’yı dizayn eden İngiltere’nin küçük düşürüldüğünü ileri sürdüler.
İngilizlerin AB’ye karşı geliştirdikleri bu söylemi, Türkiye’nin kurtuluşunu, tanınırlığını, demokrasisini, küresel bir aktör olmasını, insan haklarına bağlı bağımsız bir ülke olmasını AB’ye girmesine bağlı olduğunu söyleyenlere ve yazanlara hatırlatmakta yarar vardır.
3-İngiltere dışarı/Brexit diyenler, emperyal, oyun kurucu ve saygın bir İngiltere’nin AB gibi ne olduğu belirsiz bir birliğe ihtiyacı yoktur, tezini savundular. Brexitçiler, İngiltere’nin dünyada saygın ve egemen bir devlet olduğun, her yerde oyun kurucu küresel bir rol oynadığını ve AB üyesi ülkelerin İngiltere’nin bu gücünden istifade etmeye hakları bulunmadığına inanıyorlar. Onlara göre İngiltere, hala topraklarında Güneş’in batmadığı muhteşem bir imparatorluktur. İngiltere bizatihi, Avrupa ülkelerinden bağımsız bir şekilde BM’nin, NATO’nun ve birçok küresel kuruluşun egemen kurucu ülkesidir.. Son iki dünya savaşında işgal ettiği ve soğuk savaş döneminde himayesine aldığı birçok Avrupa ülkesiyle eşit şartlarda bir birliğin üyesi olmayı milli onurlarına yedirmek istemediler.
İngiltere, bu tutumuyla önemli bir sorunu gündeme taşıdı. BM, AB, vb. küresel ulus üstü kuruluşların egemen bir iktidara dönüşmesine karşı çıkmış oldular. Uluslararası kuruluşların barış, insanlık, özgürlük, hak ve adalet gibi konularda karar altına aldıkları uygulamaları gereksiz buluyorlar. Hiçbir küresel değerin İngiltere’nin milli onurundan üstün olamayacağını belirtmiş oluyorlar.
Klasik ve modernist söyleme göre İngiltere’nin bu politikası anlaşılabilir. Ama post modern iletişim, ekonomik, teknolojik ve kültürel sosyal ağların ulusal kuruluşlara rağmen varlıklarını geliştirmesi durumu karşısında başarılı olur mu? Sanırım bu konu çok tartışma götürecektir. İngiltere’de modernist kafa post-modern teknolojiler ve iletişim ağları iktidarına şimdilik galip geldi.
4-İngiltere AB’nin ve BM’nin göçmenler ve mülteciler hakkındaki yasal düzenlemelerini kabul etmiyor. AB’nin yürürlükteki resmi yabancı ve göçmen politikalarını, kendi ülkesi için bir tehdit olarak görüyor. İngilizlerin yabancıların göçmen ve mülteci sıfatıyla ülkelerine yerleşmelerini istemiyorlar. İngiltere AB yasalarından yararlanarak topraklarına iltica eden yabancıları kabul etmiyor. İngiltere, AB üyeliğinin devam etmesini durumunu, yabancı, kaçak ve madun yerleşimciler açısından dolaylı fırsatlar yaratığını düşünüyor.
Yeri gelmişken İngiltere’nin yabancı düşmanlığı konusundaki politikasının antropolojik geçmişi hakkında da bir not düşelim. İngiliz kültürü hegemonya kurma konusunda karşı tarafı entegre etmeyi ırksal varlığı için bir tehdit olarak görür, onları İngiliz kültürüne entegre etmez. Buna karşılık kıta Avrupa’sındaki ülkeler emperyal statülerini ve söylemlerini, karşı tarafı entegre daha doğrusu asimile ederek gerçekleştirir.
İngiliz’ler bu özellikleriyle Japon’lar gibi dünyanın en ırkçı milletlerinin başında gelirler. Sömürgecilik dönemi boyunca İngiliz’ler işgal ettikleri bütün ülkelerin halklarını zorunlu itaate tabi tuttular. Onlara sosyal, siyasal ve kültürel blokajlar uyguladılar. Bu blokajlara razı olmayan ABD yerlisi halkları ya doğrudan ya da dolaylı olarak soykırımdan geçirdiler. Mesela Yeni Zelanda ve Avustralya yerlileri ile ABD’deki Zencilerin varlıklarını günümüze taşıyabilmeleri bu ırkçı blokaja razı olmalarından dolayıdır. Yine hatırlatmakta yarar var. İngiltere’nin bu ırkçı politikası Türkiye’ye ademi merkeziyetçilik, özgürlükçü demokrasi veya liberalizm olarak aktarıldı ve okutuldu.
İngiltere’nin göçmenler konusundaki kaygısı bu ilkel ırkçı anlayıştan kaynaklanmaktadır, denebilir.
5-İngiltere; ekonomik, kültürel, siyasal ve bürokratik konularda ortak karar alamayan AB’yi gereksiz ve hantal bir bürokratik kuruluş olarak görmektedir. Her şeyin sürekli yenilendiği bir dünyada AB’nin bürokratik yapısı ivedi kararlar alamıyor. Birçok işlemi sadece tartışır, süreç olarak gündemde tutar. Sonuç odaklı bir işlem yapamaz. Çünkü AB mevzuatı ve bürokrasisi bu durumu zorunlu kılmaktadır. Aşırı bürokrasiye boğulmuş bir sistemle ülkenin idare edilemeyeceğini, işleri sürekli olarak süreçlere ve söylemlere bırakacağını düşündüler.
AB’ye AB bürokratik yapısından dolayı karşı çıkan İngiltere’nin bu tutumunun gerisinde de önemli zihniyet farkları bulunuyor. İngilizler liberal ve vahşi kapitalizmin ABD’deki kurucularıdır. Kanun çiğnemeyi, bürokratik işleyişi bozmayı bu zihniyet normal karşılar.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; İngiltere klasik ayrımcı ve kendine hayran İngiliz kültürüne göre davrandı. Ulusal onuru insan haklarından daha çok tercih ettiğini bir daha deklere etti. Türk-İslam tehlikesine karşı hassas olduğunu bir daha göstermiş oldu. AB ülkelerini ise sosyal demokrasi, insan hak ve özgürlükleri alanındaki siyasi söylemlerinden dolayı saf bulduğunu referandumla pekiştirmiş oldu. Post modern iletişim ağlarıyla kurulan ve iletişim teknolojileriyle desteklenen gayrı resmi düzene direneceğini açıkça ortaya koydu. İngiltere bu tutumuyla tarihi tersine çevirebilecek mi bilinmez, lakin tarihi metaforları ve nefretleri yeniden canlandırmak istediğini açıkça ortaya koydu..