Değerli okurlarım, günlük hayata ait (bildiğimiz) sosyal bilgilerin yanında kendi tarihimizle ilgili, sosyal hayatımıza etki edecek olan bazı bilgileri kısa da olsa bulup öğrenmeliyiz diye düşünüyorum.
Aksi takdirde birileri geçmişte yaşadığımız zararları bize yeniden yaşatır, en azından iyi niyetimizi çok kolay istismar edebilirler. Bize karşı oynanan oyunu çözemeyiz, kendilerini bize alkışlatırlar, aleyhimize olan her şeyi yaptırabilirler, sonra da yüzümüze bakıp gülerler, biz de, doğru olanı yaptığımızı zannedip zararın nereden kaynaklandığını, nasıl aldatıldığımızı anlayamadan devamlı çile çekeriz. Tabii ki hiç kimseyi veya zümreyi hedef almıyorum.
Bu konuda ilk yapılması gereken tarih derslerini geliştirmek ve Türk tarihini herkese öğretmektir. ME Bakanı tam aksine tarih derslerinin seçmeli olacağını açıkladı. Bunun adına da reform diyor. Reform ama milli duygu ve düşünceleri yok etme reformu! Bu yanlıştan mutlaka vazgeçilmelidir.
Bakanlık, bütün televizyonlardaki her çeşit dizi yayınları kaldırtmalı, insanımızın beyninin uyuşturulmasını engellemelidir. Dizi yayınlar yetersiz zekâ seviyesinde olanlar için hazırlanır! Sormak isterim, bugüne kadar bunca dizi seyreden insanlardan hangisi ne öğrenebildi? Hiçbiri doğru bilgi aktarmıyor desek haksızlık olmaz. Aksine, aynı günde birden çok dizi film seyreden bir insanın o gün kalıcı tek bir yeni bilgi edinmesi dahi neredeyse imkânsız hale gelir!
Kimse kusura bakmasın ama bu mesele hayati hale gelecektir, aslında geldi bile!!! Doğuştan sahip olduğumuz IQ diye ifade ettiğimiz zekâ işlerliğinin pratik anlamda insanın yaşayış tarzına göre ciddi oranda azaldığını veya artabildiğini artık biliyoruz! Bu önemli olsa gerek!
İçerden veya dışarıdan birilerinin insanımızı işsiz-aç-muhtaç-asgari ücrete mahkûm edici ekonomik politikalar yürütmesini ciddiyetle analiz etmek durumundayız. Ekonomik sıkıntıların ülkelerin yetersizliğinden mi, yoksa birilerinin ortak planlarından mı kaynaklandığını artık anlamalıyız. Bilmeliyiz ki en sadık ve susan insanlar kendisi kazananlar değil, sizin verdiğinize mahkûm olanlar, kölelerdir. Aynı şekilde kendini en garanti içinde zannedenler de bu kölelerdir. Çünkü, köleliğin devam edebilmesi için onun doyurulması ve barındırılması gerektiğini karşılıklı ikisi de bilir. Öyleyse kumanya dağıtımından ve işsizliğe yol açan özelleştirmeden tiksinmek insan olabilmenin gereğidir!
Sıkıntılar kendiliğinden doğmuyor, analize içeriden başlamak gerekir…
***
Rum kelimesi Arapçadır. Bir zamanlar Roma İmparatorluğunun etkisi altında olan coğrafi yerlerde yaşayan insanların, yani o zamanki vatandaşların genel ismidir. Balkanlara Rumeli diyoruz. Konya’da yaşayan Mevlana’mıza Mevlana Celaleddin-i Rumî denilmişti. Bir zamanlar Bulgar, Sırp, Arnavut, Boşnak, Yunan, çeşitli Türk boyları için kullanılan genel isimlendirmedir rum kelimesi, kimlik belirtmez. Fakat hiçbiri de Yunanlı değildir. Tarihin hiçbir döneminde Karadeniz’de yaşayan Yunanlı bir halk zümresi de olmamıştır. Bu net bir ifadedir. Bölgemizde Hıristiyanlar vardı, onlar da Yunanistanla nüfus değişimi yapılarak ülkemizden ayrıldılar. Karadenizlilere Yunanlı demek dürüstlük sayılamaz.
Beş-on yıl önce ülkemizde Türk-Yunan Kardeşliği propagandası yapanlar vardı! Onlar kimler idi acaba, bunu da hatırlamalıyız! Doğru olan ise “Türkiye’mizin Üniter-Milli Devlet” olduğudur.
***
Ne yazık ki, aynen bir insan gibi zayıf devletin de milli aklı-sosyal aklı da zayıflıyor.
İstanbul’u fetheden Osmanlı, sonuna kadar da İstanbul’a Constantinopol dedi. Bu yanlışlığı milli devlet olma şuuruna erişen Cumhuriyet yönetimi düzeltti.
1880 yılında Abdülhamit Han döneminde basılan 1 liralık Banknotun üzerinde “Constantinopol’de basılmıştır” diye yazıyor(du). Hem de Yunanca, Ermenice ve Fransızca olarak!!!
***
Herkesin iyi bilmesi gereken bir şey daha söylersek, bu, bizim 1071 yılında değil, ondan çok ama çok asırlar daha önce Anadolu’da yaşadığımızdır.
NE Mutlu Türküm Diyene!