Amerika’nın 2010 yılında Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde Arap Baharı adı altında başlattığı yönetim değişlikleri, bölgenin enerji kaynaklarını ele geçirme stratejisinin yanı sıra Ortadoğu’daki emperyalist uygulamalarının bekçiliğini yapacak yeni bir uydu/Kürt devletinin kurulmasını desteklemeye yönelikti.
Özellikle Irak’ı yerle bir ettikten sonra türeyen DEAŞ terör örgütünün kelle avcılarını ortadan kaldırmak bahanesiyle bölgeye askeri gücüyle yerleşmesi, Suriye iç savaşına müdahil olmasıyla birlikte PKK-PYD terör örgütlerine sağladığı güçle yapmış olduğu hamleleri analiz ettiğimizde; ABD’nin böylesine stratejik öneme sahip adımlarının merkezinde/hedefinde hep Türkiye oldu…
İşine geldiğinde stratejik ortağımızsın dediği Türkiye’ye, Orta Doğu-Avrasya-Doğu Akdeniz üçgeninde attığı her emperyalist adım zarar verdi.
Son dönemde ülkemizin savunma stratejisine uygun olarak Amerika’dan talep ettiğimiz Patriot füzelerini vermeyince, Rusya’dan alım antlaşması yapılan S-400 füzelerinin ülkemize gelmesinin önünü kesmek amacıyla yapmış olduğu tehditkâr açıklamalarının yanı sıra; Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının çıkarılması-kullanımı yönünde Türkiye’yi dışlaması, bu enerji kaynaklarının kullanımı için AB ve bölge ülkeleriyle anlaşma yapan Rumları desteklemesi, en nihayetinde ABD Temsilciler Meclisinde almış olduğu karar ile Türkiye’yi Kıbrıs adasında işgalci olarak nitelemesi; Amerika ile olan ilişkilerimize önemli bir darbe daha vurmuştur.
Bu arada FETÖ alçaklarının ülkemizi ele geçirmek adına yapmış oldukları o alçak darbe teşebbüsünün başındaki yılanın hala Amerika’da ikamet etmesine göz yumulmasına, o salya sümüklü meczubun iadesiyle ilgili taleplerimize yanıt vermemesini de baktığımızda; sıralamış olduğum bu gelişmeler, Türkiye’ye yönelik son 10 yılın dış tehditleri olarak sayılabilir.
Bu tehditlerin baş aktörü ise; Amerika’dır.
Bu nasıl bir stratejik ortaktır ki? Türkiye’nin başını en çok ağrıttığı konuların baş aktörüdür! ABD’nin ülkemize yönelik bu tehditleri neden artmaktadır?
Çünkü Amerika 2010 yılından beri gerek Orta Doğu’da, gerek Kuzey Afrika’da ve özellikle de son dönemde Doğu Akdeniz’deki o büyük enerji yataklarının kullanımında istediği her stratejiyi kolaylıkla uygularken, Arap dünyasında her türlü iş birlikteliğini yürütüp, bölgesel petrol yatakları zenginliğini kolaylıkla yutarken, karşısında türlü tehditlere/ine karşı dimdik duran bir Türkiye’nin olmasını kabullenmiş değildir de ondan.
Türkiye’nin bölgesel gücünü görmezden gelerek her istediğine ‘’evet’’ cevabını alacağını zanneden Amerikan yönetimi bunun böyle olmayacağını görmüş, bu nedenledir ki, Türkiye üzerindeki baskıyı giderek arttırmıştır!
Özellikle ABD Savunma Bakan Vekili Shana’nın, Savunma Bakanımız Sn. Akar’a 6 Haziran 2019 tarihinde göndermiş olduğu mektup bu baskının en çarpıcı örneğidir.
Mektubun basına yansıyan içeriğinde:
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri almasıyla birlikte; F-35 uçaklarının üretimi programından çıkarılacağı gibi; bu uçakların parası ödenmiş olanlarının, siparişi verilen diğerlerinin teslimatının yapılmamasının ötesinde de yaptırımları olacağı, özellikle de NATO ile ilişkilerinin yanı sıra, Amerika ile yapılması öngörülen 75 milyar dolarlık ticaret hacminin de olumsuz yönde etkileneceğine dikkat çekilmiştir!
Bu önemli gelişmelere bakıldığında; ülkemizi ilgilendiren hayati öneme haiz konularda bir kere daha yalnız kaldığımız/bırakıldığımız görülmüştür.
S-400’lerin alımının iptal edilmemesi durumunda 'Amerika'nın Hasımlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası' (CAATSA) kapsamında adımlar atacağını ilan eden ABD'nin böyle bir tercihte bulunmasının muhtemel etkileri de önemlidir.
Özellikle hava kuvvetlerimize ait uçakların kısa ve orta vadede bu yaptırımlardan etkilenmesi söz konusu olmasa da uzun vadede parça temini konusunda sıkıntılar yaşanabilecektir.
Ancak bu noktada örnek olması bakımından Amerika’nın İran’a uygulamış olduğu sıkı ambargolara rağmen İran hava kuvvetlerine ait uçaklar nasıl havada kaldıysa Türkiye de uçaklarını uçurabilmek adına değişik yöntemler uygulayabilir.
Kaldı ki, özellikle son dönemde uçak sanayimizde atılan adımlar, pek çok uçak parçasını bizim üretiyor olmamız, en azından yıllar önce Kıbrıs’a müdahale ettiğimiz dönemdeki gibi bir sıkıntı yaşanmayacağının en somut kanıtıdır.
Bu noktada önemli bir hususun da altını çizmek gerekirse; Türkiye, NATO’nun tüm görevlerini eksiksiz şekilde yerine getiren güçlü bir üyesidir.
NATO'nun Güneydoğu kanadını da Türkiye korumaktadır. Bu korumayı da artık herkesin bildiği gibi; 'hava savunma sistemimiz olmadan' yapmaktadır. Yani hava savunmamızı füze kalkanı ile değil, uçaklarımızla yapmaktayız.
Böyle bir gerçeklik varken, Amerika’nın NATO'nun güney doğu kanadını koruyan Türkiye gibi güçlü bir üyesini 'güçsüz' duruma getirmesi, hele ki uçar unsurlarının 'uçamaz' bir hale getirilmesi ihtimali stratejik olarak hiç de uygun değildir.
Bu nedenle ABD’nin söz konusu yaptırımlarında bir kırmızı çizgi olacağını, kimsenin bu çizgiyi geçmeyeceğini düşünüyorum. Kaldı ki, bu gibi durumlarda mutlaka 'arayı bulan' bir ülke ortaya çıkacak ve işler daha da kötüye gitmeden orta yol bulunacaktır.
Ya bulunmazsa, işler daha da kötüye giderse ne olur?
O zaman tıpkı İsmet Paşanın tarihe not düştüğü gerçek gündeme gelir!
Amerika’nın, bilinen batılı ülkelerin bu iki yüz yüzlü davranışları nedeniyle, mevcut ittifaklar bozulur. Dünyada yeni şartlarda yeni bir düzen kurulur. Türkiye’de bu düzende yerini alır.
Tarih sayfalarına da, Amerika’nın Türkiye üzerinde oynadığı ‘’stratejik düşmanlıkları’’ kalır…