Bu sorunun cevabını ”ego” kavramı üzerinden verebiliriz. Ego, kişinin benlik duygusunu ve kendine duyduğu saygıyı karşılamaktadır. Egosuz insan yoktur. Yalnızca düşük ya da yüksek egolu insan vardır. Ego veya nefis insanın kendisidir. Nefis, ego, öz benlik, her şeyi fazlasıyla ister ve asla doymak bilmez. İnsan, egosunun ya kölesi ya da efendisidir.
Başarılı ve mutlu insanların hayatlarını incelediğimiz zaman, onların iş yaparken egolarından tamamen veya kısmen kurtulmuş olduklarını görürüz. Bu kişiler işlerini yaparken şimdiki an’ı yaşarlar. İş esnasında kısa bir süre özel hayatlarına dönmüş olsalar da hemen geri dönüp kendilerini işlerine verirler. Genel olarak akış yaşantısı içindedirler. Egolarının etkisinde fazla kalmadan görevleriyle bütünleşir ve nizamın akışıyla birlikte akıp giderler.
Bazı insanlar da, yaptıkları işte çok iyidirler, ama egoları yüzünden çalışmalarını kendileri sürekli sabote ederler. Bu kişiler işlerinden çok kendileriyle ilgilenirler. Egoları tanınma ister, ilgi görmek ister, önemsenmek ister, daha fazlaya sahip olmak ister…
Bu süreçte huzurdan uzaklaşırlar. Başka bir ifadeyle kendileri olamazlar.
Platon diyor ki “Nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol.”
Ego akıllı olabilir, ama zeki değildir. Akıllılığın kendi küçük hedefleri vardır. Zeki insan ise, tüm şeylerin birbirleriyle bağlantılı ve bir bütün olduğu tabloyu görür. Akıllı insanı menfaatleri motive eder. Bu sebeple akıllı insan çok dar görüşlüdür, uzağı göremez. Pek çok politikacı ve iş adamı akılıdır, ama zeki değildir. Akıllılık böler, zekilik birleştirir. Ego ayrılık üretir ve ayrılık da acıya sebep olur (Tolle, s. 119).
Egolarının etkisinde fazla kalan kişiler, en başarılı ve mutlu oldukları zamanlarda bile “Başkaları benden daha fazla itibar görüyor?” şeklinde düşünerek kendi huzurlarını kendileri kaçırırlar. Bu kişiler yaptıkları işlerinde bir sorun çıktığında, hemen duruma tepki gösterir ve geri çekilirler. Onların içlerinde küskün ve rencide edilmiş bir ben vardır. Bu ben faydasız itirazlarda bulunarak ve öfkelenerek büyük bir enerji harcar. Bu anti-enerji yeni bir muhalefet ve yeni engeller oluşturur. İşte bu sebeple derler ki, “ Bir insanın en büyük düşmanı başkaları değil, kendisidir.”
Egonun özünde yatan, “yeterli değilim” duygusu, başka birinin başarısına da tepki gösterir. Sanki o başarı kendisinden bir şeyler alıp götürüyormuş gibi… Oysa başka birinin başarısına gösterilen tepki kişinin kendi başarısını engeller. Zeki insanlar her gördüğü yerde başarıyı kucaklar ve sıcak karşılar. Böylece güçlerine güç katarlar.
İnsanların çoğu, ego temelli düşünceleri ve duygularıyla kendilerine büyük zarar verirler. Ego oldukça büyük miktarda enerji harcar. Bu sebeple pek çok hastanın, güçlenen egoları yüzünden iyileşmeleri uzun zaman alır.
Şüphesiz egonun ihtiyaçları giderilmelidir. Aksi durumda, duygularımızda ve fizyolojimizde dengesizlik ve bozukluk oluşur. Kendini önemli hissetme, takdir görme, onaylanma, yüreklendirme ve sevilme egonun en büyük ihtiyaçlarıdır. Ego tatmini insanlar için büyük ihtiyaçtır. Zararlı olan şişirilmiş egodur. Bütün zamanını egosunu çevresinde, kendisinin önemli olduğunu hissetme ve hak ettiği ilgi görme çabası içinde olan insan, asıl işlerini tam olarak yapamaz. Zamanını ve enerjisini ego tatmini peşinde koşarak boşuna harcar. Bu sebeple kişi kendisine düşmanlık etmiş olur.
Şişirilmiş egolu kişi, insanları kendilerine yarayanlar ve yaramayanlar şeklinde böler ve işine yaramayan insanlarla sürtüşmeye başlar. Onlara cephe alır. Oysa bütün insanlardan ders almamız gerekir.
Ego tatmin olamayınca, dış dünyadan bu açlığını gidermek istiyor. Kendisini "Başkaları ne der" anlayışına göre ayarlıyor. Bu durum, kişinin gücünü azaltıyor ve verimini düşürüyor. Sürekli dış kaynakları suçluyor. Başkalarını suçlamak bir zaman kaybıdır. Kişinin kendisine odaklanmasını engeller.
İnsanların % 75' i duygularının sorumluluğunu dış kaynaklara veriyor. Geriye kalan % 25'i duygularının sorumluluğunu üzerine alıyor. Yaşadığınız anlardaki duygusal durumunuzun sorumluluğunu kendiniz dışındaki bir varlığa yüklüyorsanız dışsalsınız demektir. Dışsal düşünce tarzı insanı çekingen yapar ( Dyer, s. 170).
Lynne Crowford' a göre, insanların yüzde altmışı çekingendir. Çekingen insanlar, kendi kusurları üzerinde odaklandıklarından güçlü noktalarını görmezden gelir ve başarısızlığa eğilimli olurlar. Kendi yeteneklerini etkiler ve eşsiz olduklarını hissedemezler. Çoğu zaman diğerlerinin ne düşündüğü üzerine odaklanır ve endişelenirler. Bu sebeplerle egonun açlığını da gidermek gerekir.
“İyi veya kötü olan bir şey yoktur, öyle düşünmek onları öyle yapar” der Shakespeare. Kişinin kendi düşüncesiyle, kendisine verdiği zararı başka kimse veremez.
Hacı Bektaş-ı Veli (1281 - 1338), ”Hikmet arar isen özüne bir bak”, “Her ne arar isen kendinde ara” sözler ile bu gerçeği yüzyıllar önce keşfetmiş ve gözler önüne sermişti.
Özetle, içten dışa prensibine göre kendi üzerimizde çalışmayarak ve kendimizi işe yarar konuma getirmeyerek kendimize en büyük zararı vermiş oluyoruz.
Carl Gustov Jung' in ifadesiyle "Hayatta en acıklı şey, bir insanın problemin kendinden kaynaklandığını görmemesidir."
Kaynaklar
TOLLE, Eckhart, Var Olmanın Gücü, çev. Handan Ünlü Haktanır, Koridor yayınları, İstanbul, 2019.
DYER, Weyne W., Hatalı alanlarımız, Arion Yayanları, İstanbul, 1995.
ÖZKAN, Zülfikar, Kendinle Barışmak, KOCAV Yayınları, İstanbul, 2