Doğu Akdeniz’de sular giderek ısınmaktadır. Bölgede bulunan zengin hidrokarbon yataklarının arama ve kullanımıyla ilgili Güney Rum kesimin bölge ülkeleri, AB’ye üye ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalar, ABD’nin konuyu yakinen takibi, pay almak istemesi; bu gelişmeler üzerine ülkemizin de uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkını korumak adına kendimize ait MEB’de sondaj çalışmalarına başlaması, önümüzdeki süreçte bölgede sıcak gelişmeler yaşanmasına neden olabilecektir.
Öncelikle Doğu Akdeniz’de tırmanan enerji krizinde Türkiye’nin sondaj çalışmalarına başlamasıyla birlikte konuya taraf olan devletlerin açıklamalarına bir bakalım:
‘’ABD: “Bu son derece provakatif ve bölgede tansiyonu yükseltme riski taşıyan bir adımdır. Türk yetkilileri, bu operasyonu durdurmaya ve tarafları itidalli olmaya davet ediyoruz”
AB: “Türkiye’yi ısrarla itidalli olmaya, Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı duymaya ve tüm illegal eylemlerden kaçınmaya çağırıyoruz”
Türkiye: “Türkiye’nin kendi kıta sahanlığında gerçekleştirmekte olduğu sondaj faaliyetine ilişkin olarak ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 5 Mayıs 2019 tarihinde yaptığı açıklama gerçeklerden kopuktur.”
Birleşik Krallık: “Gelişmeleri endişeyle izliyoruz. Kıbrıs ve Türkiye hükümetleriyle yakın temas halindeyiz. Durumun yatıştığını görmek istiyoruz”
Kıbrıs Cumhuriyeti: Niyetimiz Kıbrıs’ta çözüm için müzakereleri başlatmak; ancak Türk gemileri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını ihlal ettiği ve gerginlik yarattığı sürece bu mümkün olmayacak.”
Rusya: “Derin endişe duyuyoruz”
Mısır: “Ankara’nın eylemleri kışkırtıcı, bir an önce son verilmeli”
Yukarıda açıklamaları bulunan devletleri bu bölgede söz sahibi yapan Güney Rum kesimi ve onu her türlü Bizans oyununda kullanmaya devam eden Yunanistan’dan başkası değildir!
2004 yılından beri bölgedeki ülkelerle enerji anlaşmaları yapan bu ikiyüzlüler, yapmış oldukları anlaşmaları bölgede mevcut 3,3 trilyon metreküplük hidrokarbon yataklarının çıkarılması ve ortak kullanımına odaklaşmışlardır.
Böylesine büyük bir enerji kaynağının bulunduğu Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasının çevre ülkelerince paylaşımına geçit veren bu anlaşmalar, Türkiye’nin ve KKTC’nin konunun dışında bırakılmasına yönelik, uluslararası hukukun göz ardı edildiği ve sonu umulmadık tehlikelerle dolu bir nevi patlamaya hazır mayınlar halinde Doğu Akdeniz’de dolaşmaya başlamıştır.
Rumlarla yapılan enerji odaklı anlaşmalara taraf olan ülkeler, şu anda kendi pozisyonlarını güçlendirmek adına adımlar atmakta, Rum tarafı da atılan bu adımlara her türlü desteği vermeye devam etmektedir. Vermiş oldukları bu desteklerin en belirgini ve en önemlisi Kıbrıs adasında bu ülkelere tahsis ettikleri üs kullanım hakları ile askeri iş birliği anlaşmalarıdır.
Rumların askeri iş birlikteliğinin en çarpıcı örneği Fransa ile 11 yıl önce imzaladıkları anlaşmayı kısa bir süre önce genişletmeleri olmuş, adada Fransız donanmasına ait gemilerin ve Fransız Mirage uçaklarının bulunduğu haberleri alınmıştır. Şu önemli hususu da belirtmek gerekirse, Güney Rum kesimi silah alımı itibariyle de bölge devletlerinin en ön sırasında yer almaktadır.
Geçtiğimiz yaz Ağustos ayında ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Güney Rum kesimine gelerek, Kıbrıs’ta deniz ve kara üssü talebinde bulunmuş, bu talep Güney Rum Kesimi yönetimince uygun karşılanmıştı.
Amerika’nın bu talebi, adada mevcut iki İngiliz üssünü kullanmasına rağmen Akdeniz ve Orta Doğu’da yapacağı her türlü operasyonu desteklemek adına bölgeye daha çok asker ve silah yığınağı yapmaya yönelik bir tercih olarak değerlendirilmekte, bu da bölgenin kontrolünü elinde tutan diğer ülkelerinde benzer tedbirler almasına neden olmaktadır.
Bütün bu gelişmeler Rusya tarafından dikkatle izlenmekte olup, Amerika’nın adadan üs talep etmesine sıcak bakılmadığı da Güney Rum kesimine iletmiştir. Rusya’nın 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze ada üzerinde oldukça güçlü yatırımları, özellikle Rum Milli Muhafız ordusunda kullanılan oldukça fazla silahları mevcuttur. Dolayısıyla Amerika’nın adada üs sahibi olması asker ve silah bulundurarak bölgedeki gücüne güç katması Rusya’nın işine gelmemektedir.
Bu arada ABD’nin Yunanistan’ın liman şehri Dedeağaç’a zırhlı araç ve asker sevk etmesi Romanya-Bulgaristan-Macaristan çok uluslu SebesGuardian-2019 tatbikatına yönelik olsa da; Amerika’nın ilk kez adalardan sonra anakarada yeni bir üs kurması oldukça manidar olup, Türkiye’ye yönelik önemli bir mesaj niteliğindedir.
Bölgedeki diğer hareketlenmelere gelince; bu gelişmeler daha çok Suriye ve Orta Doğu’da yaşanan savaşa, terör hareketlerine ve gerginliklere yönelik, hepimizin yakinen takip ettiği, bildiği güncel olaylara yönelik operasyonlardır.
Bütün bu hazırlıklar, bölgede yaşan tüm gelişmeler, böylesine zengin enerji yataklarının kullanılmasına yönelik olmakla beraber, özellikle Rumların Kıbrıs adasını ele geçirebilmek adına enerji silahını kullanarak 3’ncü ülkelerle yaptıkları anlaşmaları ve AB çatısı altındaki avantajlarını da göz önünde bulundurduğumuzda; Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük hakkını ortadan kaldırmak ve Türk askerinin adadan çıkarılmasını sağlamaya yöneliktir.
Aslında Türkiye yapılan bu anlaşmalarla güneyden kuşatılmakta, uluslararası sulara açılan yegâne penceremiz olan Kıbrıs adası elimizden alınmak istenmekte, kendi kıta sahanlığımız ve uluslararası sulardaki hak ve hukukumuz gasp edilmekte, halen yürütmekte olduğumuz bölgesel enerji arama çalışmalarımız engellenmeye çalışılmaktadır.
Ülkemizin Bölge ülkeleriyle olan ilişkilerine baktığımızda; İsrail’de Tel Aviv Büyük Elçimize yapılan ‘’alçak koltuk’’ ayıbı, Mavi Marmara olayı, Filistin ve Kudüs meselesi nedeniyle yaşananlardan dolayı İsrail’le ikili ilişkilerimiz oldukça soğuktur. İsrail, ABD’nin Orta Doğu’da oluşturduğu ve kendi emperyalist menfaatlerine hizmet eden uydu bir devlettir. Yahudi lobisinin Amerika’daki gücü, Amerika-İsrail ilişkilerinin güç odağıdır. Ülkemizin Ortadoğu ve İran’la olan ilişkileri, Katar hariç orta seviyede ilerlemektedir.
Dolayısıyla Türkiye’nin gerek Orta Doğu’da, gerekse Doğu Akdeniz’de güç kazanması, bölgesel zenginliklere ortak olması asla istenmez, düşüncesi dahi kabul görmez. Bu bakımdan Güney Rum kesimi ile İsrail’in yapmış olduğu enerji işbirliği anlaşmasının da ana fikri budur.
Son dönemde yaşanan bu gelişmelere bakıldığında; Türkiye, Kıbrıs adası ve Doğu Akdeniz’deki hükümranlık hakkını yalnızca kendisi koruyacaktır. Bu çerçevede NATO’dan, AGİT’ten, BM’den destek beklemek sadece hayalperestlik olur.
Konuya taraf olan ülkelere baktığınızda zaten bu ülkeler bahse konu teşkilatların da üyesidirler. Dolayısıyla Türkiye ilerleyen süreçte Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarının kullanımıyla ilgili sıcak bir durum yaşayacak olursa bunu tek başına, milletimizden alacağı destek ile çözecektir. NATO’nun üyesi olmamasına rağmen Güney Rum kesiminin Avrupa Müttefik Yüksek Komutanlığı devir teslim törenine davet edilmesine bakıldığında (ki, Türkiye bu töreni terk etmiştir.) bu gelişme de oldukça manidardır.
Doğu Akdeniz’de mevcut zengin enerji kaynaklarının araştırılmasıyla ilgili, Güney Rum kesimin yapmış olduğu ülkeler arası anlaşmaları görmezden gelen milletlerarası kuruluşlar, Türkiye; bölgesel hak ve hukukunu korumak adına sondaj çalışmalarına başlayınca hep birlikte tek ağız olmuşlar;‘’bu araştırmaları derhal durdurmalısın demişlerdir’’. Dolayısıyla bölgede yaşanacak sıcak bir kriz anında bu kuruluşlardan Türkiye lehine bir tavır almaları beklenmemelidir.
Türkiye’nin bölgesel haklarını korumak adına almış olduğu tedbirler gayet olumlu ve uluslararası hukuka uygundur. Ülkemiz Doğu Akdeniz’de ilan etmiş olduğu ve hakkı bulunduğu MEB’lerde enerji arayışlarına devam etmektedir. Yakın bir zaman içinde ikinci arama gemisini de bölgeye gönderecektir. KKTC ile yapılan bölgesel enerji kaynaklarını arama ve işletilmesine yönelik anlaşmaların gereği de bunu icap ettirmektedir.
Doğu Akdeniz’de bugüne kadar Türkiye’nin izlemiş olduğu yol; ulusal hak ve hukukumuza uygun, bölgesel zenginliklere ait payımızı sonuna kadar alma kararlığımızda olduğunu göstermektedir.
Özellikle Mayıs ayı içerisinde ülkemizi çevreleyen üç denizde aynı anda donanmamızın yapmış olduğu büyük tatbikat, bu tatbikatta kullanmış olduğumuz ve ülkemizde üretilen milli silah gücümüzün sergilenmesi dünya kamuoyunda ses getirmiş, bölgedeki zengin enerji yataklarını kullanmaya yönelik adımlar atma kararında olan ülkelere bir kez daha düşünün mesajı vermiştir.
Şu gerçeğin de altını çizmekte fayda vardır: Doğu Akdeniz’deki etkinliğimizi arttırmak adına Türkiye’nin Kıbrıs’ta neden üs kurmadığı donanmasını, hava kuvvetlerini neden burada bulundurmadığı yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Adada Türkiye’nin askeri havaalanı olarak kullanmaya hazır Geçitkale havaalanı ile donanmamızın kullanımına elverişli Gazimağosa derin limanı mevcuttur.
Kaldı ki, Kıbrıs adasının Türkiye ana karası ile arası 63 km mesafededir. Herhangi bir harekâtta gemilerimizin, uçaklarımızın adaya müdahalesi dakikalarla sınırlıdır. Unutmayalım ki, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin kolordu seviyesindeki bir gücü 45 yıldan bugüne adada barışın teminatı olarak görev yapmakta, bu gücün her türlü ikmali de deniz ve hava yoluyla ülkemizden sağlanmaktadır. Dolayısıyla adada Türkiye’nin ayrıca bir üs sahibi olmasına gerek yoktur.
Bugüne değin gerek Türkiye, gerekse KKTC bölgesel hak ve hukukunu korumak adına birlikte hareket etmiş, etmeye devam edeceği mesajını da aralarında yapmış oldukları iş birlikteliği anlaşmalarıyla vermiştir. Şu anda KKTC yeni bir hükümet iş başına gelmiştir. Yeni hükümetin Başbakanı Sn. Ersin Tatar’ın; ‘’Mavi vatan’’ Türkiye-KKTC’ye aittir açıklaması oldukça olumlu, bundan sonraki süreçte iki ülke arasındaki ilişkilerin çok daha sıcak olacağının, adada çözüme yönelik adımların Türkiye Dışişleri ile koordineli olarak atılacağının ilk işaretidir. Çünkü gerek KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı, gerekse bir önceki KKTC Başbakanının ‘’Birleşik Kıbrıs Federasyonuna’’ yönelik ısrarları, çözüme giden yolda Rum tarafına masada verilen tavizler; zaman, zaman Türkiye ile ters düşülmesine neden olmuştur.
Yaşanan gelişmelere bakıldığında bu konuyla ilgili temenni edilebilecek en uygun çözüm, ülkemizin ve adada yaşayan Kıbrıs Türklerinin bölgesel zenginliklerden eşit oranda faydalanmaları, hak ve hukukumuzun uluslararası camia tarafından da teslimidir. Böylesine bir sonucun sağlanabilmesi için Türkiye’nin yürütmüş olduğu politikadan, sahaya yansıyan icraatlarından bir milim dahi sapmadan aynen devam etmesi, kararlılığımızın dünya kamuoyuna diyalog yoluyla da anlatılmasıdır.
Doğu Akdeniz’de ısınan sularda çıkabilecek olası bir çatışma, Kıbrıs adasına da yansıyacaktır. Bu beklenmedik durum, sadece bu bölge ile sınırlı kalmayacak, dünya devlerinin de bölgede olmaları savaşın boyutlarının daha da büyümesine neden olabilecektir! Bu senaryo konunun en uç ve son noktasıdır. Tabii ki, bölgesel sorunları çözmenin en doğru yolu diyalogdur. Diplomasi dilinin bu yönde kullanılmasıdır. Uluslararası sorunların çözümü de budur. Ancak her olasılığa karşı askeri, ekonomik ve psikolojik yönden hazırlıklı olmamız da öncelikli görevdir. Ülkemizi yönetenler de bu önemli konuyu yakından takip etmektedirler.
Doğu Akdeniz’de suların ısınmasının nedeni Güney Rum kesiminin üçüncü ülkelerle bölgesel enerji anlaşmaları yapmalarıdır. Amaçları; Türkiye’nin enerjide köprü olma, ya da daha ileri aşaması olan Türkiye’nin “enerjide merkez ülke” hedefinin gerçekleşmesini önlemektir.
Bu nedenle Türkiye’nin transit ülke konumunu görmezden gelerek bölgedeki doğalgazı, Yunanistan üzerinden AB ülkelerine transfer etme çabası içerisindeler. Bu stratejinin gerçekleşmesi AB tarafından hem fikir olarak, hem de ekonomik olarak desteklenmektedir.
Çünkü Avrupa Birliği’nin ekonomi ve dış politikasında başta doğalgaz olmak üzere enerjinin arz güvenliği stratejik öneme sahiptir.
Doğalgazda enerji arz güvenliğinin Rumlarla yapılan enerji anlaşmaları sayesinde Doğu Akdeniz kaynakları tarafından sağlanmasıyla; AB bir taraftan Türkiye’yi enerji denkleminin dışında bırakacak, diğer taraftan da Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmış olacaktır.
Kıbrıs’ın ‘’yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesiminin’’ Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynaklarını kullanarak oynamış olduğu son Bizans oyununun özeti bundan ibarettir.