Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu (11 Mayıs 395 – 29 Mayıs 1453) döneminde Samsun’un Bafra ilçesindeki Kızılırmak’tan, Artvin sınırları içerisindeki Çoruh nehrine kadar olan Karadeniz kıyı şeridi, ‘Pontos’ olarak anılırdı. Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhâne ile Erzincan’ı içine alan topraklar, Pontos’un iç kesimlerini oluştururdu.
Herodot tarihinde Pontos kelimesi, bölgenin adı olarak değil, siyâsî bir kavram olarak geçer. Bu topraklara kısa bir süre Büyük İskender (M.Ö. 356 – M.Ö. 323) hükmetti. O ölünce komutanları arasındaki karışıklıktan faydalanan günümüzdeki İran halkının ilk ataları olduğu söylenen Persler, onlardan sonra da M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu bölgeye hâkim oldu. Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca hâkimiyet Bizans’a geçti. 1204 yılında Dördüncü Haçlı Seferiyle gelen Latinlerden kaçan Romalılar, Trabzon’da Pontus Devleti’ni kurdular. ‘Trabzon İmparatorluğu’ olarak da anılır. İstanbul’dan kaçan Romalılara ‘Rum’ denilmekle birlikte, onların günümüzdeki Yunan halkı ile hiçbir alakaları yoktur. Tıpkı Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin de alakası olmadığı gibi…
Fâtih Sultan Mehmed Han, 1456 yılında, Pontos Devleti’ne son verme imkânına sâhipken vergiye bağlamakla yetindi. Bir müddet sonra vergiler ödenmeyince, 1461 yılında sefer düzenlenip fethedildi, Pontos Devleti tarih sahnesinden silindi, Trabzon ve bölgenin tamamı Türk vatanı oldu.
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayınca, kendilerini Doğu ve Batı Roma imparatorluklarının vârisi olduğunu iddia eden Rumlar, 3 Kasım 1839 tarihinde imzalanan Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimlere bâzı haklar verilince daha fazlasını istemeye cür’et ettiler. Doğu Karadeniz bölgesini ellerine geçirmek hayaliyle 1904 yılında Pontos Cemiyeti’ni kurdular. Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD, Türkiye’nin zayıflaması, yıpranması ve bölünmesi düşüncesiyle destek verince Rumlar, 1919 yılında, Paris Barış Konferansı’na muhtıra vererek, hayallerinin gerçekleşmesine yardımı olur düşüncesiyle bölgeye asker çıkarılmasını sağladılar. Trabzon Metropoliti Papaz Chrysanthos, İngilizlerle birlikte Trabzon’a geldi, Batum şehrinde ve kâğıt üzerinde (sözde) Pontus Hükümeti’ni kurdu. Yandaşlarını silahlandırdı. Pontus Devleti’ni, Megalo İdea’nın(1) tamamlayıcısı olarak kabul eden Yunan hükûmeti bölgeye silah ve militan gönderdi. Yunanistan’dan gelen gönüllülerle birlikte sayıları 25.000’i bulan Rum ve Ermenilerden kurulu Pontus çeteleri, Müslüman-Türk ahâliye saldırıp katliam yaptılar. 1921-1922 yıllarında, Barutçuzâde Fâik Ahmet Bey liderliğindeki Trabzon halkı, çeteleri dağıttı. Geri kalanlar da Lozan Antlaşması ile Yunanistan’a gönderildi. Böylece pontusçuluk hayalleri söndürüldü.
‘Pontuslular’ denilen insanlarla Rumların ve özellikle Yunanlıların bağlantıları ispat; edilememiş iddiadan ibârettir. Türkiye’de uzun yıllar kalan Yunan asıllı târihçi Stefanos Yerasimos (1942-2005) Pontuslular için; ‘Bunların bir bölümü Ortodoks Hıristiyan idi. Yâni Ermeni değildiler. Fakat o dönemdeki Ortodoksların da Yunanlı olduklarını söylemek güçtür.’(2) Diyor.
‘Rumlar, 58 yıl bekledikten sonra 1981 yılında kurdukları Pontus cemiyetleriyle (sözde) Pontus Soykırımını dünya gündemine taşıdılar. 35 yıl içerisinde ABD, Kanada, Almanya ve Rusya’da 450 dernek kurdular. Bu derneklerin Türkler aleyhindeki menfî propagandaları tesirli oldu. ABD’li Prof. Dr. Robert Mahley, Trabzon ve çevre köylerden kan örnekleri topladı. Maksadı, Trbzon halkının Rum kökenli olduklarını ‘ilmî’ olarak ispat etmekti. Prof. Mahley’in yaptığı çalışmalar etkili oldu ve Carolina Eyâleti Parlamentosu, 2002 yılında kabul ettiği bir kanunla, Türklerin Rumlara soykırım yaptığını kabul etti.’(3)
‘Türkiye’nin Yunanistan karşısındaki bu durumu tarihte ender rastlanan bir haldir, hatta tek örnektir. Suçlu ve mağlup Rumların karşısında hem haklı ve hem galip olmak; fakat aynı zamanda kendi lehine bir neticeye ulaşamamak…’ (4)
Türkiye, 88 yıl aradan sonra 15 Ağustos 2010 târihinde yılda yalnızca bir defa olmak üzere, Trabzon’da bulunan Sümela Manastırı’nda âyin yapılmasına izin verdi. 15 Ağustos, Hıristiyan inancına göre Meryem Ana’nın göğe yükseliş günüdür. Bu sebeple mukaddes gündür. Bölgede Ortodoks Hıristiyan olmadığı için Rusya, Yunanistan ve Ermenistan’dan militanlar getirildi. Militanlar, mukaddes sayılan bir günde, Pontus haritalı gömlekler giymek ve Yunan bayrağı açmak gösteri yaptılar. Böylece Türkiye’nin iyi niyetini istismar ettiler.
Günümüzde mesele, başka bir mecraya taşınmış, vahim bir hal almıştır: ‘PKK’nın Karadeniz bölgesindeki terör eylemleri son derece dikkat çekicidir. Hedef; Pontusçu militanları aktifleştirmektir. Bilindiği üzere, terör örgütlerinin eylem yapmasının iki maksadı vardır. Birincisi: düşman gördüklerine karşı hamle (yıpratma, zayiat verdirme) ikincisi: içe dönük hamledir. İç hamlede maksat, militan kazanmak ve mevcut militanları elde tutmaktır. Öyle görünüyor ki Trabzon ve bölgesi üzerinde tertip edilen bu hareketlerle bölgenin nabzı ölçülürken, diğer taraftan sözde Kürdistan projesi için PKK/PYD terör örgütlerinin bu bölgeden çerçeveleme politik desteği oluşturup hareket etme yoluna gitmesi yönündeki çaba devam etmektedir.’(5)
Hatırlanacağı üzere 2011 yılında Giresun’da ormanlık alandan saldıran PKK’lı teröristler, 3 polisimizi şehit etmişlerdi. 30 Temmuz 2016 târihinde, Ordu’nun Mesudiye ilçesinde yine ormanlık bölgeden çıkan PKK’lı teröristler, 3 askerimizi şehit ettiler, 2 askerimizi yaraladılar. Ramazan bayramının 2. Günü olan 6 Temmuz 2016 tarihinde, Bölge Jandarma Komutanın helikopteri düşürüldü.
PKK’nın Doğu Karadeniz bölgesi ile alakalı hâin emellerinin bulunması zayıf bir ihtimaldir. Buna rağmen son 5 yıl içerisinde PKK’nın bölgede gerçekleştirdiği terör olayları, kalınca bir kitabı dolduracak kadar çoktur.
IŞİD örgütünde görüldüğü gibi terör şebekeleri de artık taşeron olarak hizmet veriyorlar. Güneydoğu Anadolu’da kendi adına katliam yapan PKK, Doğu Karadeniz’de Pontusçuların taşeronu olarak çalışıyor.
Terör şebekeleri hâin saldırılarla, âdi cinâyetlerle, katliamla, suikastla işe başlarlar, milletlerarası çevrelerde adını duyurduktan sonra taleplerini açıklarlar. Taleplerini süper devletlerin parlamentolarında onaylatırlar. ‘Yel kayadan ne koparabilir ki’ denilmemeli. Ermeni sözde soykırım asılsız iddialarının 50’den fazla ülke parlamentosunda kabul edilmesi, Türkiye için yeterli ölçüde sıkıntı oluşturuyor. Bir de Pontusçuların yalanları ile uğraşmayalım. Esâsen bölgedeki Pontuslular soykırıma mâruz kalmamışlar, isyan ve düşmana yardım edenlere idârî tedbirler uygulanmıştır. Söz konusu tedbirler kararında; nakil işleminin bütün Hıristiyanlara değil, Türk ordusuna savaş açanlara uygulanması hususunda Enver Paşa’nın tâlimatı vardır. Nakil ve iskâna tâbi tutulan Hıristiyanlar 210.000 kişi civârındadır. Justin Mc Carthy ve diğer batılı tarihçilerin, bölgedeki Hıristiyan nüfus hakkında verdikleri rakamlar da bu civardadır. Bu gerçeklere güvenip sessiz ve hareketsiz kalınması yanlış olur. Milletlerarası arenalarda yalnızca haklı olmak, suç isnadından kurtulmak için yeterli değildir.
Diğer taraftan, Türk milletinin demokrasiye sâhip çıktığı gibi, kahraman ve vatansever Doğu Karadenizliler de topraklarına sâhip çıkmalı.
(1)Megali İdea: Yunanca olan terim, ‘Büyük Fikir’ demektir. Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'u alarak, Bizans İmparatorluğu’na son verdiği günden beri yürürlükte olan bir Yunan ülküsüdür. Bizans İmparatorluğu’nu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul eden Yunan milliyetçileri, Megali İdea adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizans’a ait olan bütün toprakları elde ederek, Konstantinopolis (İstanbul) başkent olmak üzere, büyük Helen İmparatorluğu kurmayı hayal etmektedirler.
(2)Stefanos Yerasimos: Pontus Meselesi: Toplum ve Bilim Dergisi, İstanbul Güz 1988, s: 34
(3)Kemal Sallı: Pontus Meselesi: Önce Vatan Gazetesi, 3 Ağustos 2016 s: 5
(4) Dr. Yusuf Gedikli: Kıbrıs’ta En Uygun Çözüm Nedir? Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2010 s: 125
(5)Emete Gözügüzelli: Röportaj. Önce Vatan Gazetesi, İstanbul 07 Ağustus 2016 s: 10