Fıkıh Ana Bilim Dalı Profesörü Dr. Mehmet Erdoğan aydınlatmaya devam ediyor:
‘Yol Haritamız Kur’an-ı Kerim Olmalı.’
Oğuz Çetinoğlu: İnsanoğlu her zaman yardıma muhtaçtır. Gücü yetiyorsa kendisi de her zaman yardıma hazır olmalı. Bunun idrakinde olan insanlar var. Yahut, bâzı insanların yaradılışında bu özellik bulunuyor.
Peygamberimiz (sav); ‘Her doğan fıtrat (1) üzerine doğar.’ Buyuruyor. Buradaki fıtratın anlamı nedir?
Erdoğan: Buradaki fıtratın anlamı; ‘yatkınlık’ demektir. Yâni her doğan çocuk –Müslüman doğar değil– Müslüman olmaya yatkın doğar. İnsan dört dörtlük, insan olmaya yatkın doğar demektir. Bu yatkınlık için, terbiye ve eğitim şarttır. İbâdetlerimiz de bu eğitimin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Çünkü her şeyden evvel bir kişilik eğitimidir. Yâni benim ben olduğumu, O’nun da O olduğunu hep aklımda tutacağım için benim bu eğitimden geçmem, bu hayat boyu sürecek olan bu eğitimi gerçekleştirmem gerekiyor. Eğer onu yapabiliyorsak o zaman özümüzde yaratılışta özümüzde saklı bulunan, gizli bulunan o cevherler keşfediliyor, açığa çıkarılıyor, işleniyor ve her biri son derece değerli özellikler hâlini alıyor.
Çetinoğlu: Bunu ibâdetsiz başarabilir miyiz?
Erdoğan: Hayır. Bunu ibâdetsiz başaramadığımız gibi önümüzde somut örnekler olmadan da başaramayız. Yâni çevremizde mutlaka numune-i emsal olabilecek örneklerin olması lazım. Peygamberler bunun için vardır. Peygamberler bu örneklik ihtiyacını karşılamak için vardır. Zâten Peygamberimiz de daha çok böyle sözlü anlatım yerine bir şeyi yapıyordu, insanlar da O’nu görüyordu onlar da O’nun gibi yapmaya çalışıyordu. Ve bâzen de bunu sözlü olarak teyit ediyordu. Diyordu ki; ‘Ben şimdi nasıl hac yaptım, siz de öyle yapın. Ben namazı nasıl kıldım siz de benim kıldığım gibi kılın.’ diye bazen böyle sözlü teyit de ediyordu. Çoğu zaman teyit etmesine gerek olmadan zâten insanlarımız Peygamberimizi her alanda örnek aldıkları için onun gibi olmaya çalışıyorlardı.
Peygamberimizin ahlakını soranlara Hazret-i Ayşe, ‘O’nun ahlakı Kur’an ahlakıdır.’ diyor. Yâni o zaman Kur’an okunan kitapsa peygamber de okunan kitabın yaşanmış olanı, uygulaması. Yaşayan Kur’an. Canlı, ete-kemiğe bürünmüş Kur’an olmuş oluyor.
Allah’ın, hak edeni cezalandırma gibi kahhar (2) isimleri de var. Peygamberimiz de hak edenleri cezalandırmış. Birisi hırsızlık yaptığı zaman cezalandırmakta tereddüt etmemiş. Tam bir kararlılık göstermiş. Çünkü orada Allah’ın celal (4) isimlerinin tecellisi gerekiyor. Buna mukabil kendi şahsî hayatına baktığımız zaman, yumuşak olduğunu, kimseye kızmadığını, hiddetlenip bağırmadığını, affedici olduğunu görüyoruz. Bütün bunlara rağmen, gerektiğinde zırhını kuşanıp savaş
Yol haritamız olarak elimizde Kur’an var. Bizden önde giden en başta Peygamberimiz arkasından sahâbîler (5) ve onların arkasından bize kadar gelen milyonlarca, milyarlarca insanın oluşturduğu o koc
Çetinoğlu: Bir hükmün konuluş amacı anlamında, genel olarak İslam’daki ibâdetlerin hikmetleri hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Erdoğan: İbâdetler, bizim kulluk şuurumuzun gelişmesini sağlar. Kul olarak Müslümanlığımızın inşası ve bunun da hep sonuna kadar olumlu bir şekilde sürekli gelişmeye tâbi tutulması ibâdetlerin konuluş sebebidir.
Bunun dışında şahsî gelişmemizi sağlar. İnsanın bir de sosyal yönü vardır. İnsan sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşayamaz. Mutlaka toplum içinde olması gerekiyor. Dolayısıyla ibâdetlerin insanlar arasındaki ilişkilerin başlamasını, düzenli bir şekilde devam etmesini sağlar. Hayatta gerekli olan bâzı bilgiler, ibâdetler sırasında öğrenilir.
Namaz, Allah’la aramızdaki ilişki olsa bile, bakıyoruz bunu bir cemaatle edâ etme, hatta Cuma ve Bayram namazlarında mecburî olması gibi durumlar, namazın sosyal yönünün de bulunduğunu ortaya koyuyor. İbâdet, şahsî bilincin gelişmesini, canlı tutulmasını sağladığı gibi, sosyal şuurun inşasını, mahşerî vicdanın oluşumunu, ortak bir duygu ve düşünce ikliminin meydana gelmesini de sağlıyor. Ben çok huzurluyum, iç huzurum çok iyi ama içinde bulunduğum çevrenin huzursuzluğu beni her zaman etkiler. Dolayısıyla çevremin de aynı şekilde huzurlu olması benim huzurumun yegâne teminatıdır. Bu itibarla o sosyal mahşerî duygunun, düşüncenin, vicdanın bunun inşası ve canlı tutulması, ibâdetlerde hikmetler bulunduğunu ortaya koyuyor.
Ortaklaşa yapılan ibâdetler esnasında ortaklaşa terennümler var. Aynı metinleri terennüm ediyoruz, aynı ilahileri okuyoruz, aynı duaları yapıyoruz. Bunların bir arada buluşması hakikaten şahsî olarak asla elde edemeyeceğimiz hazlara ulaştırıyor bizi. Duygular, cemaatin fertleri arasında sirâyet eder. Tek başıma olduğumuzda duygulanmayacağımız durumlar, toplulukt
Yabancı bir diyarda ezan sesi duyuverseniz bütün garipliğiniz sona eriyor. Oradaki yabancılığımız, oradaki tedirginliğimiz bir anda biter. Bu anlamda böyle herkesin paylaşabileceği, bizi heyecanlandıran, aynı duyguların paylaşılmasına sevk eden bu ortak noktaların olabildiğince çok olması son derece önemli. İbâdetler ortak paydalar oluşturuyor.
Mesela bir ezan çağrısı bütün İslam dünyasını birleştiriyor. Bir cami mimârîsi büyük ölçüde bizi yakınlaştırıyor. Terâvih namazları kılınırken topluca cemaatin salâvat okuması, bayram namazlarında topluca tekbir okumaları bizi son derece duygulandırıyor ve apayrı iklimlere taşıyor. Bu anlamda ibâdetlerin asla göz ardı edemeyeceğimiz sosyal işlemleri olduğunu da görüyoruz.
İbâdetler, özellikle namazı dikkate aldığımız zaman çevre bilincinin oluşmasında temizlik alışkanlığının kazanılmasına ve yerleşmesine imkân veriyor. Temizlik, namazın ilk şartıdır. İslamiyet’in ilk şartıdır. ‘Temizlik imandandır.’ diyoruz. İman yetmiş şu kadar küsurdur. Bunun en yüce mertebesi içimizdeki inancı dil ile ifâde etmektir. Yoldaki eziyet veren, insanları rahatsız eden herhangi bir şeyi izâle (7) etmek de imanın zayıf bir tezâhürüdür. En zayıf olanı buğz (8) etmektir. Yâni insanlar onu önemsiz gibi görecekler anlamında.
Umuma ait bir yerdeki rahatsızlık verici bir pisliğin yok edilmesi, imanla irtibatlandırılıyor. ‘Temizlik imandandır.’ deniliyor. İman bütün ibâdetlerin ilk ve temel şartı oluyor. ‘Namaz kılacaksan ilkönce necâsetten arınacaksın.’ diyor. Necaset de bildiğimiz anlamda maddî pisliklerdir. Nasıl arınacaksın? Bedenin temiz olacak, kıyâfetin temiz olacak, namaz kıldığın yer de temiz olacak. Namaz kıldığın yer, yâni mescit temiz olacak. Müslüman için bütün yeryüzü mescittir. O halde Müslüman’ın bulunduğu yer, çevre, dünya temiz olacak. Müslüman her yerde namaz kılabilir. İzahı noktasında hareket ettiğimiz zaman, sırf ibâdet ile ilgili bu şart bile müthiş bir çevre bilinci oluşmasını gerektiriyor.
Çünkü hadis diyor ki; ‘Yeryüzüne herhangi bir yerinde ben taharetlenebilmeliyim.’ Yâni teyemmüm abdesti alabilmeliyim. Teyemmüm alınabilmesi için toprağın kirletilmemiş, pisletilmemiş olması lazım. Bu anlamda müthiş bir çevre bilincinin oluşmasında, temizlik anlayışının oluşmasında insana katkısını olacağı görülüyor.
Çetinoğlu: Zekât da fazileti yüksek bir ibâdet…
Erdoğan: Zekâtın günümüzdeki karşılığı olarak; ‘Sosyal dayanışma ve güvenlik şemsiyesi’ ifâdesi kullanılabilir. Sosyal anlamda insanlarımız insan gibi yaşayabilmeli, karınlarını doyurabilmeli, başlarını sokabilecekleri bir yuvaları olmalı. Asgarî düzeyde de olsa bunları temin etmek, bütün insanların vazifesi oluyor. Zekât da bir ibâdet şeklinde ete kemiğe bürünüp önümüze konuluyor. Zaten bu bir insanlık vazifesi ama biz bu insanlık vazifesini ibâdet şeklinde îfa ediyoruz.
Çetinoğlu: Sadaka-i fıtır var…
Erdoğan: Sadaka-i fıtır ne demek? Allah bana sağlık vermiş, Allah beni yaşatmış. Şu anda yaşıyorum. Hayatımı Allah sürdürüyor. Sağlık da vermiş. Özgürüm insan olarak. Şimdi bu varlığımın bir sadakası olarak benim gibi diğer kardeşlerimin hiç olmazsa bayram günü açlık, yoksulluk sıkıntısı çekmesin diyerek işte bu varlığımın, başımın gözümün sadakası olarak vermem gereken bir şey olarak bize sunuluyor. İmkânı olanlar, resmen belirlenen miktardan dah
Zaten bir insanlık borcu, zaten bir vatandaşlık, yurttaşlık borcu ama Allah bunu bize bir ibâdet neşvesi içersinde önümüze sunuyor. Diyor ki; ‘Bunu ibâdet olarak yapın, bire yedi yüze kadar da ben size karşılık vereceğim. İstersem dah
İnfakla (8) ilgili çok âyet var. Oradaki vurgu da şudur; ‘Bizim size verdiklerimizden verin.’ diyor. ‘Sizin nefsinizin kabul etmeyeceklerini de vermeyin.’ diyor.
Çetinoğlu: Zaman zaman, bir takım kişiler tarafından namaz surelerinin Türkçe okunması konusunda tartışmalar yapılır. Bu konudaki ilmî görüşleri lütfeder misiniz?
Erdoğan: Allah’a yaklaşmanın yolları çok. Sayısız denilebilecek kadar çok. İnsan Allah’a şöyle veya böyle yaklaşır. İbâdet yoluyla yaklaşacaksa ki en kestirme yol odur. İbâdetin belli bir şekli vardır. Bu şekillerden birisi de namazda Kur’an’dan sûreler okumaktır. Yâni en azından hadisleri de dikkate aldığımız zaman bir Fatiha suresi okunmalıdır. Ve bu okunan Kur’an olmalıdır.
Buradan hareketle mealler Kur’an mıdır? Değildir. Zaten adı üstünde: ‘Meal’ (9). Kur’an’ın bir başk
Bu konuda İmamız Ebu Hanife’nin (10) görüşü kullanılıyor. Özellikle okunmalıdır, okunabilir diyenler, Ebu Hanife’nin görüşüne dayandıklarını iddia ediyorlar. Evet İmam’ın bu konuyla ilgili görüşü var.
İmam’ı Âzam Ebu Hanife; Irak’ta, Kûfe muhitinde yaşamış. Orası Acemlerin yâni İranlıların. Farsça konuşuluyor. İslam, hani durgun bir suya taş atılır d
Çetinoğlu: İmam-ı Azam’ın icâzet (11) vermesinde bir süre söz konusu mu, yâni öğreninceye kadar diye….
Erdoğan: İmam’ımızda öyle bir şey yok. Vurgulamak istediğim nokta şu; günümüze gelince bir İslam birliği var. Gelişmiş İslam coğrafyası. Şöyle veya böyle... Siyasî anlamda bölük pörçük olmuş. İslam dünyasını bir arada tutan müesseslerden mahrum kalınmış. Mesela bizi bir arada tutan halifelik Müslümanlar için artık söz konusu değil. Bizi, Müslümanları bir arada tutan yegâne şey İslamlık adına ezanımız. Ortak bir ezan... Pakistan’d
LÜGATÇE:
(1) fıtrat: İnsanda doğuştan var olan özellikler.
(2) kahhar: Cenab-ı Allah’ın sıfatlarından biridir. Gâlip gelen, zelil eden, istediğini yapan, üstün gelen, gücü her şeyi kuşatan, kuvvet ve kudretine güç yetiştirilemeyen , yaratıkları dilediği gibi yöneten, dilediğini yapmaktan hiçbir şeyin kendisini âciz bırakamayacağı mutlak otorite.
(3)celal: Cenab-ı Allah’ın sıfatlarından biridir. Büyüklük, yücelik, ululuk anlamandadır. Büyüklere haz kızgınlık ve öfke anlamınd
(4) sahâbi: Dinî bir terim olarak, Hazret-i Peygamberimiz devrine yetişmiş, Müslüman olarak Peygamberimizi görmüş, O’nun çevresinde bulunmuş ve Müslüman olarak vefat etmiş olan kimseler anlamındadır.
(5) sırat-ı müstakîm: İnişi e yokuşu olmayan, dümdüz, işlek, açık ve doğru yol. Dinî bir terim olarak emir ve yasaklarda, helal ve haramlarda, hüküm, öğüt ve tavsiyelerde İslam’ın tavsiye ettiği ve doğru olan gidişat.
(6) buğz: Sevmemek, hoşlanmamak, yüz çevirmek,
(7) riba: Karşılıksız fazlalık, faiz.
(8) infak: Dinî bir kelime olarak; Cenab-ı Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak maksadıyla kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sâhiplerine karşılıksız yardım etmesidir.
(8) izâle: Yok etme, ortadan kaldırma, giderme.
(9) meal: Kur’an-ı Kerim âyetlerini her yönüyle aynen çevirme iddiası olmaksızın, başka bir dile aktarmak anlamında kullanılır. Kur’an’ın kelime ve cümlelerini kelimesi kelimesine, hiçbir anlamını eksik bırakmadan başka bir dile çevirmek mümkün olmadığı için Kur’ân’ın başk
(10) Ebû Hanîfe: Hanefi Mezhebi’nin imamı, Büyük müctehid. Miladî 699 yılında, günümüzde Irak sınırları içerisinde bulunan Kûfe şehrinde doğdu. 767 yılında Bağdat’ta vefat etti. Varlıklı bir ailenin mensubu idi. Çok iyi bir eğitim gördü. Derin fıkıh bilisine sâhipti. Doğru bildiğini söylemekten ve onun mücâdelesini vermekten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesârete sâhip, âlim ve fâzıl bir zattı. İsamiyet konusunda halâ başvuru kaynağı olan pek çok eser yazmıştır.
(11) icâzet: izin vermek, müsaâde etmek.
OĞUZ ÇETİNOĞLU
(DEVAM EDECEK)