C. Yakup ŞİMŞEK

Eğitimci, redaktör

C.Yakup_Simsek@hotmail.com

Paranızı Zenginlere Verseniz

Farz edelim ki orta hâllisiniz, hattâ fakirsiniz. 

Yine de dişinizden tırnağınızdan artırıp sakladığınız bir miktar paranız var. 

Bu parayı götürüp zamâne zenginlerine emânet eder misiniz? 

“Ağam, al şu parayı, işlet; sonra bana fâiziyle berâber iâde et.” 

Ya mücevherlerinizi, altınlarınızı, gümüşlerinizi? 

“Sana zahmet, bunları birkaç ay koru. Ben daha sonra gelip senden alırım...”

Evet, bu devrin zenginlerine böylesine güvenir miydiniz?

***

Eskiden güveniyorlarmış.

Çok eskiden değil, aşağı yukarı yüz sene önce...

Musâhipzâde Celâl Bey (1868-1959) öyle anlatıyor.   

Orta hâlli veyâ fakir İstanbullular paralarını, mücevherlerini, altınlarını, gümüşlerini götürüp zenginlere emânet ederlermiş.

Yâni kediye ciğer mi ısmarlıyorlarmış, acabâ?

Aslaa ve kat’â!..

Üstüne üstlük, bu işten kârlı çıkarlarmış...

İyisi mi, bu haberi Celâl Bey’in kendi ifâdesinden okuyun.

***

Musâhipzâde Celâl Bey “Eski İstanbul Yaşayışı” adlı eserinin bir yerinde çarşı ve hanlarını anlatıyor.

Kapalıçarşı’daki “İç Bedesten”i tasvîr ederken diyor ki:

“Bu bedestenin dört kapısı vardır: Kuyumcular Kapısı, sağ tarafta Sahhaflar Kapısı, karşısında solda Sırmacılar Çarşısı, Kuyumcular Kapısı’na karşı gelen kapı da Zenneciler Kapısı’dır. Sütunlar üzerinde, bu yüksek kubbeli binâ, eski zamanların bankası gibiydi. Bu direklerin etrâfını dolduran dolapların, o zamânın tâbiriyle birer “hâcegî”si, yâni bir sâhibi vardı...”

***

Musâhipzâde, burada ismi geçen “hâcegî” kelimesinin lügatte hoca demek olduğunu kaydetmekle berâberİç Bedesten”deki bu “hâcegî”lerin aslında birer “tüccar olduklarını bildiriyor.

***

Peki, bu “hâcegî”ler nasıl insanlardı, ne yaparlardı?

“Bunlar erbâb-ı haysiyetten, gaayet zengin insanlardı. Bu dolap sâhibi hocagi(hâcegî)ler, halkın emânet bıraktığı para ve mücevherleri muhâfaza ederlerdi. Bu emânet bırakılan paralar, hocagiler vâsıtasiyle işletilir, sâhipleri fâizinden faydalanırdı...”

***

Başı daralan vatandaşlar ne yapardı?

“Bâzı kimseler ihtiyaç hâlinde mücevherlerini rehin ederek müşkülünü

hallederlerdi...”

Pekiborç paraya ihtiyâcı olan, vatandaşdeğil de hükûmet ise?

“Fevkalâde zamanlarda hükûmet bu hocagilerden mühim istikraz yapardı...”

***

“Yangınlardan, yağmalardan, müsâderelerden para ve mücevherlerini saklamak istiyenler, kemâl-i emniyetle, sözü özü doğru olan bu temiz Türk zenginlerine emânet ettiği mal için yüreklerinde hiçbir kaygu duymadan evlerinde rahat rahat uyurlardı...”

***

“Mezâda çıkarılan mücevherlerin kıymetini takdirde fevkalâde dürüst ve doğruhareket ederler, hâriçten mücevher alanlar bu hocagilere mürâcaat edip alacakları mücevherleri göstererek kıymetini anlardı. Bu çarşıda dünyânın en kıymetli mücevherleri, altın ve gümüşleri, tam bir emniyetle alınır satılırdı...”

***

Eee, n’olmuş, demiyorsunuz, değil mi?

Daha ne olsun?

Bugün nerdeyse her şeyimiz çoğaldı da bu “sözü özü doğru, gözü gönlü tok, erbâb-ı haysiyet, temiz” zenginlerimiz azaldı.

Kim bilir, belki de onların nesli tükendi.

Ne yapalım o zaman?

Koş bankaya!