Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Toparlanılmazsa Vay Halimize

İlkbaharın cıvıl cıvıl, taptaze, renk renk aydınlığı henüz insanların yüzüne yansımıyor. Dikkatle bakıyorum sokaktaki, otobüsteki, metrodaki, vapurdaki insanlarımızın yüzüne; hep asık. Bir karış suratla süzüyorlar etrafı. Sanki ondan tanımadığı biri borç isteyecekmiş, ya da sataşacakmış da buna olumlu cevap vermemek üzere hazırlamış kendisini. Yüzlerde aldanmama ve kurulabilecek bir tuzağa düşmeme endişesi var. Herkesin canı sıkkın görünüyor. Hiç biri tebessüm etmiyor her nedense. Yolda bile akıllı telefona kulaklıklarını takıp müzik dinleyenlerin veya mesajlaşanların pek dünya umurunda değil. Ara sıra gözlemliyorum ancak onların gözleri daha fazla açılıyor nasıl bir mesaj duyuyor, okuyor veya alıyorsa. Genelde bir karamsarlık havası yaşanıyor. Kimisi işsizlikten, kimisi geçimsizlikten ve hayat pahalılığından, kimisi hastasını tedavi ettirememekten, hastaneden randevu alamamaktan, kimileri aldığı kredi borcunu ödeyememek endişesi içinde bedbin. İnsanlar hayatın her anının yaşamaya değer olduğunu bile unutmuş. Kim bilir son kahkahayı, gülmeyi, hatta gülümsemeyi ne zaman yaşamıştı farkında bile değil.

Gündemimizin Ne Olması Gerekiyor?

Tebessümü; Ankara Çubuk’ta bir cenaze namazında ana muhalefet liderinin yumruklanması, saldırıya uğraması, hatta linç edilmek istenmesi üzerine bir kere daha hatırladım. Saldırganların yüzünden kin ve nefret fışkırıyordu. Belki de Kemal Kılıçdaroğlu’nu hayatlarından ilk defa görüyorlardı. Hele hele sürekli kılık değiştiren genç bir kadının(!), Kılıçdaroğlu’nun sığındığı “evi yakalım” demesi insanların ideolojisi ne olursa olsun nasıl canavarlaştığını gösteriyordu. Oysa inancımız yaşamayı ve yaşatmayı önde tutuyor. Türkiye bu acıları yaşadığı için sanki tarihi tekerrür ettirmek istiyordu bazıları. Allah’tan daha aklı selim sahipleri vardı ülkemizde, olayın vahameti büyümeden, kan dökülmeden, can yakmadan dondurulmaya bırakıldı. Bakalım yargı nelere hükmedecek, yaşayıp göreceğiz. 800 avukatın saldırganın savunmasını üzerlerine almak istediklerini açıklamasıyla birlikte yumruk atan Osman Sarıgün’ü Ak Parti ihraç etti. Tam bu günlerde İstanbul Kanarya’da Suriyeli birkaç kişinin 4 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz etmiş, zavallının hastanede hayatını kaybetmesi ülke gündemini buraya odakladı. Bun nasıl vahşet Allah Billah aşkına? Akılları eteklerinde olanların ülkemizde ne işi var? Vah ki ne vah. Türkiye’nin onca sorunları ve çözümlerinin görüşülmesi gerekirken toplumumuz nelerle meşgul olduruldu.

O günlerde 23 Nisan Çocuk ve Milli Egemenlik Bayramımızı kutluyoruz. Gururlanıyoruz; cumhuriyetimiz, demokrasimiz için. TBMM 99. Yaşına basıyor. Acılı ve sancılı bir kutlama oldu maalesef bu gelişmeler içinde. Başka türlü olması da mümkün değildi. Sosyal medyada aynı haftaya tekabül eden günlerde bir de baktım eski Başbakanlardan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun bir eleştirisi yayınlanıyor. Okudum, “acaba asparagas mı” diye geçirdim aklımdan. Çünkü sosyal medyada böyle tuzaklar olabiliyor. Ancak tam metin Karar Gazetesinde yayınlanınca, durum anlaşıldı.

Komşularla da, Toplumumuzla da Sıfır Sorun

Ahmet Davutoğlu’nun Ankara’da Türkiye Yazarlar Birliği günlerimden hatırlıyorum. Yazı ve düşünceleri dikkat çekiyordu. Epeyi süre Marmara ve Beykent Üniversiteleriyle Malezya’da çalıştı. Öğrenci yetiştirdi. Ak Parti 2002’de iktidara gelince Abdullah Gül’ün danışmanı olarak görev aldı. İşte o günlerde Dışişleri Bakanlığı’nda daha yakından tanıma fırsatım oldu. Komşu ülkelerle sıfır sorun tezini anlattı. Suriye Bakanlar Kurulu toplandı. Fenerbahçe Halep’te dostluk maçı yaptı. Davutoğlu arkadaşlarıyla birlikte Küre Yayınlarının, Şehir Üniversitesinin; ilim, sanat ve medeniyet amaçlı bazı vakıfların kurucusu veya hamisi oldu. Ve Bugüne kadar 50’nin üzerinde baskı yapan Stratejik Derinlik-Türkiye’nin Uluslararası Konumu(2001) adlı önemli çalışması daha fazla alaka gördü. Küresel Bunalım’ı yazdı(2009). Dışişleri Bakanı oldu, Başbakan olarak görev yaptı. Recep Tayyip Erdoğan’ın kurmayları arasında yer aldı. Siyasi atılımı sırasındaki görüşleri bir yenilikti kamuoyu için. Ufuk açıcı entelektüel bakış sunuyordu. Ancak Başbakan olunca bana göre; lideri Recep Tayyip Erdoğan’a benzemeye çalıştı, yüksek sesle söylemlerde bulundu. Demeçlerinde, konuşmasında, temaslarında Erdoğan gibi vurgular yaptı. Keşke sadece kendisi gibi olsaydı. Yeter de artardı bile. Yeni bir ses ve yeni bir soluk olacaktı. İlk girdiği genel seçimde de Ak Parti hükümetin kurulması için çoğunluğu sağlayamadı, başarısız kabul edildi. Hükümeti kurmak için göstermelik ve sonu gelmeyen temaslara başladı. Altı ay sonra da erken seçime gidildiğinde artık Ahmet Davutoğlu’nun modası da geçmişti. Aday bile olmadı. Partisini dışardan ve yakından takip etti. Sürekli medyada kuruluş aşamasındaki Ak Parti kurmaylarından Abdullah Gül ve Ali Babacan ile birlikte yeni bir oluşumun içinde olduğu yansıtılmaya çalışıldı. R. T. Erdoğan’ı destekleyen “mahut medya” tarafından itham edildi, suçlandı. Yılmadı, yorulmak bilmedi, taze atılımlar düşündü, planladı. Yeni yayın hayatına başlayan Karar Gazetesi görüşleri istikametinde bir neşriyat politikası izledi. Nihayet en resmi tavrını “değerlerimize dönmezsek bizi zor günler bekliyor” diyerek açıkladı ve son gelişmeler üzerinde görüşlerini bildirdi.

Davutoğlu Nasıl Düşünüyor, Ne Demek İstiyor?

Ahmet Davutoğlu açıklamasında; partili cumhurbaşkanlığı sisteminin yeniden değerlendirilmesini, ittifak siyasetinin de Ak Partiye zarar verdiğini, dolayısıyla bunların yeniden gözden geçirilmesini teklif etti.

Eski Başbakan ve Ak Parti genel başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu “31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo Ak Partinin ve ülkenin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık ve şeffaf bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır.” Dedi.

Esasında çok geç bir açıklama bana göre. Başbakan Ahmet Davutoğlu bu açıklamasında satır başlarıyla şöyle diyor;

1)Milletin tercihi değişiyor,

2)Toplumsal destek azalıyor,

3)Sosyal medya operasyonları zarar verdi. Ben merkezci kibirli bir dil ve tevazudan kopuş, kutsal değerlerin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, siyasi rakip görülenlerin yıpratılması, her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesi, bunlara dolaylı destek verilmesi, vefanın zedelenmesi üzerinde düşünülmesi gerekiyor.

4) Değerlerimizden uzaklaşma,

5)Karadeniz ve İç Anadolu’ya sıkışma,

6)Kendilerini partinin kurullarının üzerinde gören Ak Partideki paralel yapı,

7)Zorla ettirilen istifalar,

8)Ak Parti hırslarına esir düşmüş, dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal duygularına terk edilemez,

9) İttifak siyaseti kaybettirdi,

10) Yeni sistem kutuplaşmayı artırdı,

11) Beka endişesi demokrasiyi askıya alamaz,

12) Sistem beklentileri karşılayamadı,

13) Partili cumhurbaşkanı yeniden ele alınmalı,

14) Farklı görüşlere saygı,

15) Kanun Hükmünde Kararnameler seçim ve seçilme hakkını engellememeli,

16) Basın propaganda aracına dönüştü,

17) Bürokraside akraba hiyerarşisi olmaz.

Ahmet Davutoğlu ayrıca yaşanan ekonomik krizin temelinde bir yönetim krizinin olduğunu ileri sürüyor. Güven tesis edilmeden ekonomiyi yeniden düze çıkarmak mümkün değildir. Topluma güven verebilmek için önce ekonomi yönetimine özgüven ihtiyacı vardır. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu bu hususları hatırlatıyor.

Çocuklar Mevcut Gerilimli Gündemle Büyümemeli

Bütün bunlardan sonra en önemli husus birlikte yaşama duygusu olsa gerek. Ağır ve ıstıraplı kırılmalar günümüzde tehlikeli fay hatları ortaya çıkarmıştır. Bu da toplumsal birlikteliği zedeliyor. Kutuplaşmaları artırıyor. Travmalar yaşıyoruz. Hassas sinir uçlarının liderlerce kaşınmaması gerekiyor. Üstelik genel seçimlere 4 seneyi aşkın bir süre var iken. Yurtseverlik yüce bir değerdir. Kapsayıcıdır. Farklılıkları kucaklar, vatana aidiyet duygusunu da gelişir. Hele hele “hain” lik biçiminde suçlamalar toplumu uçlara itebiliyor. Kaçınmak gerek. Eğer varsa belge ve bilgiler yargıya havale etmek gerekiyor. Demir kızartılmıştı, soğutmak icap ediyor. Türkiye İttifakı hepsinden de önemlidir. Çünkü bugünün çocukları yarın ülkemizin yönetilmesi için sorumluluk alacaklar. Bu stresli gündemle büyümemeliler. Eğer bu resim aynen böyle görüntü vermeye devam ederse vay halimize. Dilerim yeni fotoğraflarda ilkbaharın ılıklığı vardır, renkleri mevcuttur, gökkuşağı altında herkes aynı tarafa bakabilecektir. Tebessüm eden topluluğun mutluluğu gözlerinden okunacak, suratsız insanımız kalmayacaktır. Yapıcı eleştirilere, bilimsel değerlendirmelere tahammül etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Türkiye’nin insan kaynağı zengin, biri gelir, diğeri gider.