Anayasamız, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olduğumuzu söylese de bizim gibi gelişmesini sağlayamamış ülkelerde bu kavramların hayata yansıması bir hayli zordur.
Çağımızda, yenisi ortaya çıkıncaya kadar insan aklının bulduğu en iyi yönetim anlayışının demokrasi olduğu kabul gören bir görüştür.
Toplumun kendisini yönetecek kadroyu seçebilme hürriyeti elbette ki insan fıtratına uygun bir düşüncedir.
Özgürlüklerin önünün açıldığı böyle bir düzende bir işçinin, bir köylü çocuğunun dahi devletin üst yönetim kademelerine kadar çıkması söz konusu olabilmektedir
Demokrasi bilincinin tam yerleşmediği ülkemizde, demokratik hakların kullanımı ve demokrasinin ön gördüğü hedeflere ulaşılması yavaş ve ürkek adımlarla olmaktadır.
Demokrasi kültüründen uzak ülkelerde, demokrasinin yalnız sandıktan ibaret olduğu gibi bir anlayış mevcuttur.
Oysa demokrasinin olmazsa olmazı toplumsal uzlaşı, çoğunluğun görüşüne saygı ve hoşgörüdür.
Demokrasinin vazgeçilmez aktörü sandık olmasına rağmen önemli olan sandığa saygı ve sandıktan çıkana tahammül göstermektir.
Demokrasinin ağır aksak yürüdüğü ülkemizde bu saygıyı gösterecek olgunluğu yakaladığımızı söylemek iyimserlikten öteye gitmemektedir.
Demokrasi tarihimize baktığımızda bu anlayışla ilgili bir takım örnekleri görebilmekteyiz.
1946 yılında yapılan milletvekili seçimlerinin açık oy, gizli tasnif usulüne göre yapılması, seçim esnasında seçmenlerin jandarma nezaretinde oylarını açık olarak kullanması, oyların kapalı olarak sayılması elbette ki demokrasi kavramı ile izah edilemeyecek bir durumdu.
1954 yılı seçimlerinde Kırşehir’de 5 milletvekilini Osman Bölükbaşı’nın partisine kaptıran Adnan Menderes’in, bu neticeyi hazmedemeyip Kırşehir’i ilçe yapması, ayrıca öfkesini yenemeyip kendisine destek vermeyen Malatya’yı ikiye bölerek bu bölünmeden Adıyaman’ı il olarak çıkarması, bununla da yetinmeyip ilçe olan Nevşehir’i il yapması demokrasi adına izah edilebilecek bir davranış değildir.
Siyasi geçmişimizde demokrasinin önünü kesen darbe ve muhtıralar olmasına rağmen tekrar sandığa dönülmesi ve halkın iradesine saygı gösterilmesi demokrasiden vazgeçemeyeceğimizin göstergesidir.
1980 İhtilali’nden sonra 1983 yılında demokrasiye dönülmüş ve genel seçimler yapılmıştı. Seçimlerde Askeri Cuntanın açıkça desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne halk teveccüh göstermeyip Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ne yetkiyi vermişti. Askeri Cuntanın bu neticeye saygı gösterip hiçbir itirazda bulunmaması demokrasi adına sevindirici bir gelişmeydi.
Siyasi tarihimizde bir başka demokrasi dersini ise rahmetli Necmettin Erbakan Hoca vermişti.
1994 yılında yapılan yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını %25.1 oyla Recep Tayyip Erdoğan kazanmış devir teslim töreninde rahmetli Erbakan Hoca, eski belediye başkanı Nurettin Sözen ve yeni başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın arasına girip her ikisinin elini havaya kaldırarak güzel bir tablo çizmişti.
Aradan yıllar geçmesine rağmen demokrasi yolunda ciddi bir olgunluğa eriştiğimiz söylenemez.
Yakın zamanda yapılan yerel seçimlerden önce toplumun aşırı derecede gerilmesi, insanların ötekileştirilmesi, siyaset dilinin çirkinliği demokrasinin hedeflediği saygı ve hoşgörü ortamından uzaklaştığımızı hatırlatıyordu. Nihayet seçimler yapıldı ve alınan neticelerin, kaybedenler tarafından kabullenilmesi zor oldu. Ülke, seçimler öncesi oluşan gerginliği üzerinden atamadan İstanbul’daki seçimlerin tartışmaya açılmasıyla birlikte tekrar bir kargaşa ortamına sürüklendi ve birkaç ay önce yaşanan çirkinlikler tekrar sahneye konuldu.
Konu her gün tırmandırılmaya çalışılırken nihayet sandıktan çıkan neticeye saygı duyulması hatırlandı ve bir hukuk devletinde olması gereken karar alınarak seçimin galibi ilan edildi.
Alınan sonuçlar üzerinden toplumu germeye elbette ki gerek yoktu. Bu bir hizmet yarışıydı. Halk kendisini kimin yönetmesini istiyorsa bu karara saygı duyulmalıydı. Bu yüzdendir ki yeni göreve gelenler halkla iletişimlerini iyi kurup, gönüllere girip, vatandaşların beklentilerine cevap verebilirlerse tekrar seçilme şansını yakalayabilirler. Kendilerine verilen görevi hakkıyla yerine getirmeyip, verdikleri sözleri tutmayıp, halka hizmet sunamayanlar ise yeni seçimde koltuklarını kaybetmeye mahkûm olurlar. Makamlar ve mevkiler dünyanın geçici nimetleridir. Hiç kimsenin bir makamda ebediyen kalması söz konusu değildir. Önemli olan üstlenilen görevi hakkıyla yapmak ve gönüllere taht kurmaktır.
Bu gün bir makamda olanlar istemeseler de yarın bu görevlerini er veya geç bırakmak zorunda kalacaklardır. Demokrasi çeşitli görüşlere saygı, tahammül ve hoşgörüyse bu düşünceyi içselleştirerek gelecek nesillere örnek olmak mecburiyetindeyiz.
Siyasilerin muhteris duyguları ve bitmez tükenmez ihtirasları ne yazık ki ülke insanını karşı karşıya getirmekte kutuplaşmalar ve ötekileştirmelerle geçim sıkıntısı çeken toplum iyice gerilmektedir.
Son yıllarda üst üste yapılan seçimler ve referandumlarla birlikte toplum olarak yorulduk, sıkıldık, usandık. Bir daha böyle ortamları yaşamak, üzülmek ve gerilmek istemiyoruz. Bu ülkenin önünde yığınla çözülmesi gereken sorunlar varken siyasilerin kendi çekişmelerini ve hesaplarını halka yansıtmalarını siyasi etik bakımından uygun bulmuyoruz.
Sorumluluk mevkiinde olanların ikballeri uğruna bu toplumu germeye ve kutuplaştırmaya hakkı olmadığına inanıyor, demokrasinin çoğunluğun sesine kulak vermek ve saygı duymak olduğunu tekrarlıyor, insan hak ve özgürlüklerine saygı duyulan, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasi bilincinin yüksek olduğu bir Türkiye temenni ediyoruz.