Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

‘Sıkıntılarımız var. Batı, daha büyük sıkıntılar yaşıyor. Biz onlardan daha iyi durumdayız.’

 

Oğuz Çetinoğlu: Müslümanların modernleşmesi gerektiğini savunanlar, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden  örnekler vererek ‘yeni bir İslam modeli’ üretmeye çalışıyorlar. Bir anlamda, Müslüman’a uygulanacak şablona, İslamiyet’i yerleştirmeye çalışıyorlar. Bu çalışmaları yorumlar mısınız?

Prof. Dr. Bekir Karlığa: Medya çağında yaşıyoruz. Medya çağında ağzına geleni söylüyor herkes. Reyting almak için veya başka amaçlar için v.s. menfaat etmek için ortaya koyuyor. Biz genel tavrımızı belirlerken bunları dikkate alıp da, bunlardan hareketle bir yere varamayız. Yeterli bilgiye sâhip olmayanlar maalesef bundan çok etkileniyorlar. Çok da zararları oluyor.

Müslüman kendi çağında yaşayan insan demektir. Modern demek aslında zamanı yaşayan insan demektir. Kelimenin kökenine baktığınız zaman modern kelimesi zamanı yâni yaşanan ânı yaşayan insan demektir. Dolayısıyla biz bugünün insanıysak modern insanız demektir. Biz bugünün insanı diye başka bir zamanın insanı gibi kendimizi yorumlamaya, şekillendirmeye çalışıyorsak o zaman postmodern veya modern dışı bir insan oluruz.

İslamiyet, yaşanmak için gelen bir dindir. İnsanlığın dinidir. Bu sebeple insan hayatının her anında yaşanması gerekir. Dolayısıyla modern bir dindir. İslamiyet modern dışı bir din değildir.

Her toplum, her insan kendi zamanının şartlarına göre yaşar ve o şartlara göre de dini, hayatına uygular. Dolayısıyla Müslüman’ın yaptığı da bu olmak durumundadır. Bunu böyle ifade etmek yerine bir kısım insanların İslamiyet’in modernliğe düşman olduğunu ve gericilik olduğunu, irtica olduğunu modern insanınsa dinle hiçbir alakasının olamayacağını savunmaktadırlar. Bu bir aşırılık ve yanlışlıktır. Bir kısım insanlar da Müslüman’ın asla modern olamayacağını, modernitenin İslam düşmanı olduğunu, modernliğin İslam’a karşı oluğunu savunmaktadırlar. Bu da yanlıştır.

Modern demek şu anda yaşadığınız an demektir. Bu anı yaşayan insan olmak hasebiyle dolayısıyla biz bu anda İslamiyet’i yaşıyorsak modern, çağdaş yaşıyoruz demektir. Bu ayrımı yapmadıkları için iki taraf da kendine göre bir şablon çiziyor. İnanan insan, ibâdetini yapan insan, amelini davranışını inancına göre yaşamaya çalışan insan çağdışı, modernlikten uzak, mürteci veya gerici gibi algılanıyor. İkinci anlayış da ‘Müslüman asla modern olamaz.’ Şeklindedir. ‘Müslüman çatalla yemek yemez, kaşığı kullanmaz, elektriği kullanmaz v.s.’ Deniliyor. Bunlar safsatadır.

Çetinoğlu: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, din hakkında ilgi çekici değerlendirmeleri var. Diyor ki; ‘Laikliğimizi ilan ettik fakat laik olamadık.’ ‘Cumhuriyetin ilk yıllarında Devlet, İslâmiyet ile arasına mesafe koydu. Bu sebeple insanlarımız câhil kuvvete bağlandılar.’

Sizin bu konulardaki görüşlerinizi alabilir miyim?

Karlığa: Tanpınar bir kültür tarihçisi, bir edebiyatçı ve düşünür olarak gerçekten toplumumuzu çok iyi analiz etmiştir. Katılmadığım çok fikirleri olmasına rağmen; sevdiğim, okuduğum bir düşünürümüz ve ilim adamımızdır.

Söyledikleri yüzde yüz doğrudur. Tamamıyla katılıyorum. Çünkü bu inkılâpların tabiatından gelen bir şeydir. Tam mânâsıyla batılı olamadık. Kendimiz olarak kalabildik mi? Meselesine gelince: Tarihin seyrini de doğru okumak lazım. Değişimler olacak, çeşitlilikler olacak. Bugün Türkiye kendi kalmanın savaşını veriyor. Bunun mücâdelesini veriyor. Evet batılı olamadık, batılı olmanın mücâdelesini veriyor. Doğulu kalamadık. Doğulu olmanın mücâdelesini veriyor. Bu mücâdeleler yeni bir oluşuma, daima yeni bir canlılığa vesile oluyor. Dolayısıyla bu geçirdiğimiz süreç birtakım sıkıntılarına, acılarına, ağırlıklarına veyahut da kazanımlarına rağmen yine de milletimizin bir çağa direnme, dünyaya direnme ve dünyada var oluşunu sürdürme mücâdelesi de bunun cevabıdır.

O bakımdan Tanpınar’ın zamanında biraz bu öyleydi, daha sıkıntılıydı. Fakat Türkiye’nin  bunları kısmen aştığını, aşmakta olduğunu düşünüyorum. Genç nesle baktığınız zaman dünyayı tanıyan, dünyayı bilen, birkaç dil konuşabilen ama aynı zamanda inancına bağlı, memleketine, milletine, dinine, vatanına bağlı ve kendi değerlerini de yaşatmaya çalışan bir genç nesil de görüyoruz. Ve bu nesil Tanpınar’ın zamanında belki ‘bu günkü kadar güçlü ve etkili değildi’ denilebilir. Bu noktada, kötümser değilim. Problem olacak, sıkıntılar olacak, değişimler olacak. Değişken bir dünyadan geçiyoruz. Bir sosyal süreçten geçiyoruz. Sadece biz değil bütün dünya geçiyor. Dünyadaki son 5 yıldaki değişimler bile çok büyük boyutlarda.

Çetinoğlu: Bozulmalar batılı ülkelerde belki Türkiye’dekinden çok daha fazla...  

Karlağa: Elbette, elbette. İnsanlığın geleceği ile ilgili olarak batılı ülkelerdekinin belki bin kat güçlü bir dinamizm kendi ülkemizde var. Bunu da görüyoruz. Yani Türk insanı bir bakıyorsunuz dünyanın en gelişmiş ülkesine gidiyor, orada kendini kabul ettiriyor.

Anadolu’nun ücra bir köyünden adamı alıyorsunuz Almanya gibi en gelişmiş ülkenin teknolojinin merkezine gönderiyorsunuz. Orada adam, geleneklerini inançlarını yaşamak ve yaşatmak için direnç gösteriyor, camisini açıyor, orada iş sâhibi oluyor, para kazanıyor, orada kazandığını buraya getiriyor. İşyeri açıyor, istihdama ve ekonomiye katkı sağlıyor.

Bunlar; milletin ruhundaki o öz güçle, özle alakalı cevherle  oluyor. Ben o bakımdan bizim geleceğimizin daha iyi  olacağı kanaatindeyim. Ortadoğu’daki toplumlara, yâni ‘geçmişte kalan toplumlar’ diyelim, Tanpınar’ın tâbiriyle, doğulu kalan toplumlara baktığımız zaman biz onlardan çok çok daha ilerdeyiz. Batılı olan toplumlara baktığımız zaman yine doğulu değerlerimiz sâyesinde batılı olan toplumlardan da çok şanslı durumdayız.

Türkiye büyük bir dönüşümden, değişimden geçti. Son 80 yılda her manâda dönüşümden geçti. Fakat milletin cevheri hâlis olduğu için bence bu dönüşüm bize gelecekte bir dinamizm sağlayacak. Ben böyle düşünüyorum.

Çetinoğlu: Sadece İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizdeki yaşayışa baktığımız zaman belki biraz karamsarlık çağrıştıran tablolarla karşılaşabiliyoruz. Fakat Anadolu’da bize ait değerler  dipdiri ayakta.

Karlığa: Bir de tabii şu var 90.000.000 nüfusu değerlendirmeyle 30.000.000 nüfusu değerlendirme, 13.000.000 nüfusu değerlendirme arasında çok fark var. Şimdi bozulma dediğimiz şey, bütün dünyada var. Yalnız bizdeki yozlaşmalar baktığımızda ürperenlerimiz olabiliyor. Batı ile kıyasladığımız zaman, daha iyi durumda olduğumuz görülüyor. Belirttiğiniz gibi büyük şehirlerde toplumda bir takım sıkıntıların bulunması normaldir. Sıkıntı bütün dünyada var. Türkiye’dekinden daha fazla…

Dünyadan kopamıyorsunuz. Çünkü dünya küçük bir köy hâlinde iletişimle her gün dünya ile iç içesiniz. Hele bugün artık internet çağında saniyeyle dünyanın öbür ucundaki bilgiye siz de sâhip olabiliyorsunuz. Dolayısıyla dünyadaki çürüme elbette size de yansıyacaktır. Yansıyacaktır ama biz bunu global bir boyutta yâni bütünlük içersinde baktığımız zaman da batıyla kıyasladığımızda bizdeki çürüme onlara göre daha da azdır.

Çetinoğlu: Hocam, çok teşekkür ederim.

Karlığa: Ben de…

 

Prof. Dr. BEKİR KARLIĞA

1947 yılında Adıyaman'ın Besni ilçesinde doğdu. Babasından Kur'an ve Arapça dersleri aldı. Daha sonra Urfa ve Diyarbakır'da klasik usulde Arapça, Farsça ve İslam ilimleri öğrenimi gördü. 1968'te Kahramanmaraş İmam-Hatip Okulu'nu bitirdi. 1972'de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nden, 1977'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu.

 

1977 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Felsefe ve Mantık asistanı olarak göreve başladı. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde; ‘İslâm Kaynakları Işığında Pythogoras ve Pre-Sokratik Filozoflar’ adlı teziyle doktor oldu. Yüksek İslâm Enstitüsünün fakülteye dönüştürülmesinden sonra 1983'te yardımcı doçentliğe yükseltildi ve Kelâm-Felsefe Bölümü Başkanlığı’na tâyin edildi. 1984-1985 yılları arasında bir yıl süre ile Paris'te ilmî araştırmalar yaptı. 1987'de doçent, 1993'te profesör oldu. 1993-2005 yılları arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Başkanlığı ve 1002-2004 yılları arasında Marmara Üniversitesi Senato Üyeliği yaptı.

 

2008 yılı Ocak ayında kendi isteğiyle emekli oldu. Aynı yıl Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde göreve başladı. Nisan 2008’de aynı üniversite'de Medeniyet Araştırmaları Merkezini kurdu ve başkanlığını yaptı. 2008 yılı Mayıs ayında Başbakanlık Müşaviri olarak Medeniyetler İttifakı Türkiye Koordinatörlüğü görevine getirildi. Hâlen Bahçeşehir Üniversitesi’nin Beşiktaş İlçesi’ndeki binasında Medeniyet Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapmaktadır.

 

 Telif tercüme 40 civarında eseri ve yüzlerce makalesi yayınlandı. Yayınlanmış eserlerinden bâzıları: *İslam Düşüncesi'nin Batı Düşüncesi'ne Etkileri: (2 Cilt: İstanbul,2004-2008), *İbn Rüşd’e göre Din-Felsefe İlişkisi: (İstanbul, 1998), *Dünden Bugüne Avrupa’nın İslam’a Bakışı: (İstanbul, 1996), *Grek Düşüncesinin İslam Dünyasına Girişi ve Yol Açtığı Yeni Fikrî Eğilimler: (İstanbul, 1996), *İslam-Hıristiyan Diyalogu ve Akdeniz Ülkelerinde Müslüman-Hıristiyan Ortak Yaşamı: (Ankara, 1996), *Diyalogun İlk Şartı ve Ötekini Tanımak: (İstanbul, 1996), *Islahatçı Bir İslam Düşünürü / Tunuslu Hayreddin Paşa: (İstanbul, 1995), *Başlangıcından Günümüze Kur’an-ı Kerim Tarihi: (İstanbul, 1988), *Kur’an Bilimlerine Giriş: (İstanbul,1983).

 

Prof. Dr. Bekir Karlığa ayrıca; 11 adet millî ve milletlerarası toplantı düzenledi, 27 adet ilmî toplantıya katıldı, 17 adet yüksek lisans tezi ile 10 adet doktora tezi yönetti.  Kaleme aldığı ilmî tebliğlerin, ilmî makalelerin ve ansiklopedi maddelerinin, gazetede ve dergilerde yayınlanan yazılarının sayısı 100’ün üzerindedir.  

 

 

 

(BİTTİ)