Dünya ve insanoğlu yaratıldığından beri, güçlü olan herkes ve her millet, kendisinden daha az güçlü olanları kontrol altında tutmak istemiştir. Bu isteğe eskiden kaba kuvvetle, silah gücüyle ulaşılıyordu. Günümüzde zekâsını kullanarak gizlice yapanlar olduğu gibi, eski metodu tercih edenlere de rastlanmaktadır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ve savunduğu sistem, kontrol altında tutma isteğinin kaba kuvvet kullanılarak, iktisâdî gerekler hesaba katılmadan ve zekâ unsuru bir tarafa bırakılarak uygulamaya konulması sebebiyle çöktü. Rakipsiz kaldığını düşünen Amerika Birleşik Devletleri (ABD), kendi değerlerini dünyaya kabul ettirmek için harekete geçti. Kendi ekonomisi sarsıldı, dünya ekonomisi etkilendi. Afganistan ve Irak’ı kontrolü altına almak için kaba kuvvet kullandı, kullanmaya devam ediyor.
Gelişmiş ülkelerde kontrol altında tutma isteği artık yaşamak için vazgeçilmez ihtiyaç hâline gelmiştir. Çünkü hammadde, işgücü ve enerji kaynaklarını en ucuza temin etmek, üretimine yüksek fiyatla pazar bulmak mecburiyetindedir. İhtiyaçların karşılanması için, bilinen yöntemler; kültür emperyalizmi şeklinde fakat eskisinden daha ağır baskılar uygulanarak devreye alınmıştır. Sömürgeciliğin her türlüsü tepki çeken, kaba bir eylem olarak ayıplanırken, kültür emperyalizmi, ancak millî ve mânevî değerlerine sâhip çıkan insanlar tarafından reddedilmekte ve karşı konulmaya çalışılmaktadır.
Seçilmiş ve tâyin edilmiş yöneticilerde millî hassasiyet yoksa veya zayıfsa, millî hassasiyeti olan sessiz çoğunluk etkisiz kalır. Böylece o devlet ile devletlerin fertleri, emperyalistler tarafından rahatça sömürülür.
Küreselcilik; sermâyenin daha serbestçe çok daha geniş alanlarda hareket etmesi olarak da târif edilebilir. Sömürü arzuları; ebedî kardeşlik, sonsuz dünya barışı sloganlarının ardına gizlenir.
Târih okuyanlar ve okuduklarından ders alanlar bilirler: Ebedî kardeşlik ve sonsuz dünya barışı hiç olmadı. Olması da mümkün değil. ‘Popüler kültür’ olarak da anılan küresel kültür taraftarları, bunun olabileceğini iddia ederler. Popüler kültür olarak adlandırılan kavram gerçekte, millî olması gereken kültürün yozlaştırılmış, çürütülmüş, pörsütülmüş ve sonra da silikonlanarak geçici olarak şekillendirilmesinden başka bir şey değildir.
Bilgi ve şuur arasında bir tercih yapmak söz konusu olduğunda, ‘şuur da neymiş…’ deyip bilgiye öncelik verenler elbette buraya kadar yazılanları anlamakta zorlanırlar. Onlar, genleri değiştirilmiş organizmalı gıda maddeleri ile meşgul olmayı, genleri değiştirilmiş fikri yapıları onarmaya tercih ederler. Böylece düzelme ümidi ortadan kalkar.
Küresel kültür karşısında direncimiz zayıflatıldı ise de yok edilememiştir. Eski tüfek solcuların ‘ulusalcılık’ olarak isimlendirdikleri fikirlerle, yeni sömürgecilik anlayışı karşısında milliyetçilerle aynı safta bulunmaları, ümitlerin güçleneceği müjdesini taşımaktadır. Ülkemizin askersiz sömürgeleştirilmesi bu işbirliğinin güçlendirilmesiyle önlenebilir.
Artık herkes biliyor: Türkiye iktisâdî ve kültürel kuşatma altındadır. Çember iyice daralmadan, kırmak mecburiyetinde olduğumuz da idrak edilmelidir. Ümitsizlik tohumları gelişip meyvelerini vermeden önce harekete geçilebilirse, çemberi kıracağımızdan şüphe edilemez.
İç dinamiklerimiz, çemberi kırmak için tükenmez güç kaynağımızdır.
İç dinamiklerimizi; iyi yetişmiş gençlerimiz, tarım ve hayvancılık, turizm, mâdencilik, su ve jeo-stratejik konumumuz olarak ifâde edebiliriz.
Yakın değilse bile orta vâdeli bir gelecekteki teknoloji, insan hayatındaki önemli yerini gıda sektörüne bırakacaktır. Dünya nüfusu çoğalıyor. Çoğalma sebebiyle bir taraftan gıda ihtiyacı artarken, diğer taraftan tarım alanlarının yerleşime ve sanayi tesislerine açılması kaçınılmaz hâle geliyor. Böylece gıda arzında azalmalar meydana geliyor. Ekolojik dengedeki bozukluk da, gıda yetersizliğinin oluşması için önemli bir etken.
Beslenme, insan hayatının devamı ve bir başka beslenme kaynağı olan hayvancılığın gelişmesi için vazgeçilmez ihtiyaç.
Tarıma dayalı sanayinin ve hayvancılığımızın geliştirilmesi konusunda uzmanlara büyük görevler düşmektedir. Hazırlayacakları raporlarla karar mekanizmasını harekete geçirmek ve onları yönlendirmek vatan borcu olarak kabul edilmeli.
Kültürel emperyalizm, milletimize çok şeyler kaybettirmiştir. En önemli kaybımız; ‘kendine yeterli ülke’ vasfımız ile kendine güven duygusudur.
Tabiat gibi dünya siyâseti de boşluk kabul etmiyor. Türkiye, bulunduğu bölgede söz sâhibi olmaya tâlip olmazsa, Türkiye’yi de dâhil ederek bölgeyi, menfaatlerine göre şekillendirmek isteyen ülkeler mutlaka çıkacaktır. Fakat onlar, Türk’ün adâletli ve insan eksenli yönetimine karşı hissedilen susuzluğu gideremeyeceklerdir.
Kültür emperyalizmi milletimize ancak takma akıl, sömürgeci zihniyet ise sanayimize ancak çakma bacak olabilir. Bunlarla değil ilerlemek, varlığımızı bile koruyamayız.
Çoğunluğumuz okumuyor. Bir konuyu araştırmayı sevmiyor. Bilgi sâhibi olmadan, aptal kutusundan dinlediklerimizle fikir sâhibi olmaya yatkın bir hâle getirildik.
Düşük katma değerli fason üretimle küresel güçlere eklemlenmeyi çözüm olarak görmek, yatırımdan çok tasarrufa yönelmek, fabrika kapatmak veya yabancıya satmak durumunda kaldık. Bunlar, çakma akıl ile, karartılan ortamda bulduklarımıza tutunmamızın sonuçları. Tutunduğumuz bu dal, sağlıklı değil.
Okusaydık, araştırsaydık, bizi güçlendirecek fikirleri, bilgiye dayalı olarak kendimiz üretebilseydik… farklı bir konumda olurduk.
Geç kalmış sayılmayız. Biz bu işi başarırız.
Dünyada hangi devlet ve millet, yabancı devlet yöneticilerinin nasihat ve tavsiyeleriyle güçlenmiş veya varlığını koruyabilmiştir?
Târih böyle bir olayı kaydetmiş mi?
Düşünelim, araştıralım, doğruyu bulalım.
Vakit geçmeden.