Türk kökenli halkların ‘beri’dekiler ve ‘öte’dekiler konusundaki duygu, düşünce ve hayallerine ilişkin zekâ ışıklarının dile yansımaları zengin bir dünyadır. Nazım veya nesir olan bu yansımalar, öncelikle edebiyat bilimciler, sonra da diğer alanların araştırmacıları tarafından incelenip değerlendirilmektedir. Türk felsefesine ilişkin kavram bilgisinin yansıma alanlarından olan atalar sözü, deyimler ve Türkçe yakarış (dua)lar yanında, bir önemli kaynak da bilmecelerdir.
Altay’da kendisi bir kam olan Nadya Hanım’a şehri saran dağlarla ilgili bir soru sormuştum: “Kim bilsin, ben bilmem; tabıskak değil, ama ben bilmem.” deyince bu kez de tabıskak’ı sordum. Cevabından Türkiye Türkçesinde bilmece, Azerbaycan Türkçesinde tapmaca kelimesi ile karşılanan nükteli sınav olduğunu anladım, not ettim.
Bilgilendirme süreçlerinden bir kısmı, zekâ adlı toplama, saklama ve işleme sokma merkezi aracılığıyla, insandaki enerjinin oluşturulmasını ve kullanılmasını sağlamaktadır. Zekânın edebiyat kazanımlarla zenginleştirilip yeri geldiğinde ortaya çıkan enerjiye dönüştürülmesi, kültürleme süreçlerinin sonucudur. Zekânın çeşitli bölümleri farklı yol ve yöntemlerle edinilen bilgileri sınıflandırarak saklamakta yeri geldiğinde ortaya çıkarmaktadır.
İnsan, beden bakımından değişim ve gelişimler göstererek toplumun bir üyesi olma yönünde öğrenmeler, bilmeler, bilişmelerle ömrünü tamamlıyor. Öğrenme ve bilme süreçleri, insanın diğer insanlarla uyumlanmasını, benzeşmesini bir arada yaşamasını sağlayan kod nitelikli bilgileri edinmesini sağlıyor.
1946 yılında Kırıkkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlayıp fark derslerinin imtihanını vererek İlk öğretmen okulu diploması aldı. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Meslek hayatına Kırıkkale’de Ortaokul Türkçe öğretmeni olarak başladı. 1972’de, Hacettepe Üniversitesi’nde Türkçe dersleri öğretim görevlisi, 1973’de asistan, 1978’de Edebiyat Doktoru, 1982’de Yardımcı Doçent’, 1983’de Doçent, 1988’de Profesör oldu.
AĞABEYİM Hulûsi Çetinoğlu ana başlıklı 44 sayfalık kısım kelimenin bütün anlamlarıyla bir portredir. Portre yazanların pek azı ‘hususî hayatı’, iç kale sayılacak mizaçın âile içi yansımalarını yazmayı başarabilmiştir. Oğuz Bey ise, başkanlarının hayran olduğu özelliklerin dışındaki yakaladığı fotoğraflarla, ‘hizmet kahramanı’ ağabeyinin şahsiyetine hayranlığını anlatırken samîmi ve mübalağasızdır.
Son beş yıldır Oğuz Çetinoğlu’nun hizmetlerini hayranlıkla okuyor, gözümle ve aklımla şâhidi oluyorum. O, biyografi, özgeçmiş, tercüme-i hâl kavramlarıyla adlandırılan kitaplar yayınlamayı seviyor. Otuza varan kitaplarının yirmiye yakını biyografik portrelerdir.
Her halkın târihinde kahramanlıklarıyla ve yönetim başarıları veya özgün sanatçılığıyla, edipliğiyle ün kazanmış şahsiyetlerin biyografileri yazılmıştır. Bu biyografik portreler, okuyanlar ve dinleyenler tarafından örnek alınması, öne çıkarılması gereken değer ve davranışların altını çizmektedir; bunlardan bazıları ise, edebî yanı bakımından da çok başarılıdır.
1-Gerçek kişilere âit olanlar, 2-Benzerliklere dayanarak yapılmış anonim portreler, 3-Edebiyat eserlerine yansıyan portreler...
Portre nedir? Başta insan olmak üzere, çeşitli varlıkların, bakanı, seyredeni etkilemek üzere çizilmesi, renklendirilmesi işlemine resim denir. Resim, varlığın dış yüzündeki incelik ve kendine özgülüklerin ressamın gözüyle, tek boyutlu olarak ortaya konmasıdır.
1968 yılında MEB’in çıkardığı Türk Ansiklopedisi şubesinde çalışıyordum. Bu şubedeki görevime başlayışımdan yedi ay sonra, senatörlüğü devam etmek, ayrıca bir ücret ödenmemek şartıyla merhum Fethi Tevetoğlu Ansiklopedi hazırlama kurulu başkanı oldu. Samsun Senatörü Doktor Fethi Tevetoğlu'nun Ansiklopedi ‘ye millî benlik ve kimlik kazandırılmasını sağlamak üzere Başbakan tarafından görevlendirildiği söylenmişti.
ÖZGEN GÜRBÜZ: 15 Nisan 1951 târihinde Merzifon’da dünyâya geldi. Yüksek öğrenimini, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarını ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi inşaat Mühendisliği Bölümünü bitirerek tamamladı. Evli ve iki çocuk babası, bir torun dedesidir.
Gürbüz: Sevgili Sâdık Hocam, Türk Mûsîkisini teorisi-târihi ile ilgili çalışmalarımda Türkçe'nin yanısıra bazı başka dillerde yazılı kaynaklarla da ilgilendim. Bilmediğim dillerdeki çevirileri, makaleleri okumaya çalıştım. İngilizce olan bir kitap ise hep yanımdaydı. ‘ Makam Modal Practice In Turkısh Art Music ’ 1974. Yazarı Karl L. Signell. Kendisi İlmî akademik araştırmalar, çalışmalar ve Türk Mûsıkîsi eğitimi almak için İstanbul'a gelen ve zamanın üstatlarından; Ney üflemesini, Türk Mûsıkîsi nazariyâtını, müziğimizdeki Alaturka-Alafranga çekişmelerini ve diğerlerini bilen, öğrenen bir Amerikalı Müzikbilimcinin sözlerini yansıtacağım:
Gürbüz: Sevgili Sâdık Hocam, bu soruyu atlayabilir miyim? Bu konuların en büyük üstadına verebileceğim yanıtlar zayıf, yetersiz ve sığ kalabilecektir... Şimdiden affınızı diliyorum. Sâdece, kendi teknik bakış açımdan ve yaklaşımıma uygun olarak, birkaç müzikal açıklama yapmak, görüşlerimi ifâde etmek ve özellikle aruz vezninden yola çıkarak bir iki hususu arz etmek istiyorum.
Özgen Gürbüz: Bir espri ile başlamak isterim. (Çünkü bu soruyu, bu şekilde soranlar da olmuştur.) ‘ Tek sesli demek, sâdece bir tâne sesle, sözgelimi sadece Do sesi ile eser bestelemek, söylemek midir ?’ Tabîi ki hayır. Tek seslilik böyle değildir. Tek sesli demekteki amaç, müzik cümlelerinin, sâdece yatay porte ekseninde seyretmesi, yâni, portenin dikey ekseninde, aynı anda, aynı sâniyede, hatta aynı sâlisede, sâdece bir tek ses yazılı olması, ses çıkarılması ve ses duyulmasıdır.. Porte-zaman ekseninde, sağa doğru gittikçe, başka sesler, hatta sessizlikler (ES'ler) de olabilir. İşte tekseslilik,yatay-zaman eksenindeki ilerleme sırasında, portede her kolonda sadece bir tane ses kullanması, söylenmesi,duyurulması ve duyulmasıdır..
Özgen Gürbüz: Klasik Türk Müziği, çok kullanılan adıyla (Türk Sanat Müziği), çok zengin bir târihî birikime, repertuara ve teoriye sâhip, ‘makamlı müzik / modal müzik’ temeline dayalı bir müziktir. Özellikle Osmanlı Cihan Devleti döneminde en üst düzeyde icra, bestecilik ve repertuar mükemmeliyetine ulaşan bu tür müzik yaklaşık 1100 yıldan beri varlığını devam ettirmektedir. Kısaca, ‘ Makam ’ ve ‘ Usûl ’ olmak üzere, iki ana unsurdan oluşur.
Özgen Gürbüz: Koma; bir oktavın (bir tam sekizli aralığının, bağıl frekansı ‘1’ kabul edilen bir sesle, frekansı tam 2 katı, yani bağıl frekansı ‘2’ olan ses arasının- logaritmik olarak 53 eşit parçaya bölündüğünde elde edilen, her bir eşit aralığın-parçacığın adıdır...Yâni kullanılan her sesi-komayı Perde kabul eden bir sistematik yapıdır.
Prof. Dr. Sâdık Tural: Ses şiddeti nedir? Özgen Gürbüz: Bu terimle, duyulabilen seslerin ‘ desibel ’ cinsinden ifâde edilen volümetrik özellikleri kastedilmektedir. Meselâ sesin şiddeti çok yüksek olduğunda, aynen ses bombasının yıkıcı etkisi gibi, jet uçaklarının alçaktan uçtuğu zaman ki çıkardığı seslerdeki gibi çok yüksek bir enerjiler ortaya çıkmakta, patlamalar olmakta, hattâ kulakları sağır edebilmektedir... Ses şiddetini daha iyi anlatabilmek için, öncelikle ‘ses’in kısa târifini yapıp, özelliklerini anlatmak istiyorum:
Özgen Gürbüz: Sevgili Sâdık Hocam, sorularınıza birer cümle ile cevap vermem çok yetersiz kalabilecektir noktayı nazarından hareketle ve izninizle, kullanabileceğim en kısa ve en az sayıdaki cümlelerle cevap vermeye çalışacağım.
Ülgen 'in yedi oğlu var. Onlar farklı farklı boyların koruyucu ruhları olarak kabul edilir. Bu boyların halkı, bu ruhları kendi özel koruyucusu sayıp, saygılı davranırlar. Onların isimleri: