Hep, vatan diyorsun, mukaddes ocak; Ana kucağıydı atana vatan. Olur mu yiğidim, bu şirin toprak, Yan gelip, uyuyup yatana vatan!
Dünyanın hiçbir yerinde, siyasetin, kendi ‘târif ve maksadına uygun’ bir şekilde, onunla mutabık bir faaliyet yürüttüğünü söyleyebilmek mümkün değildir.
Vicdân; mücerret bir mefhumdur. Vicdânlı veya vicdânsız denilirse bir değer kazanabilir.
Niçin bilmem, Millî Bayramlarımızdaki o eski heyecanlar kayboldu. 23 Nisan Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı adı verilen bu millî bayramımız da tıpkı, diğerleri gibi, sessizliğe gömüldü.
Arkadaş; Türkçe’de, en çok kullandığımız kelimelerden biridir. Çok derin mânâlıdır.
İNŞÂ Yediler mîrî malı, gözüme baka baka; Bir de, inşâ ettiler, arsız- hırsız tabaka!
BAŞ Baş olamayınca, baş; arar başa, başka baş! Başkasının başını, baş edinir, sallabaş!
Siyasetin asıl maksadı, insana/insanlığa hizmeti hedef edinen mukaddes bir faaliyettir.
Ferdî duygular; dil, dîn, bayrak, târih ve coğrafya gibi müşterek mefhûmlarla umûmîleşir ve bu, "umûmî bir mizaç" hâlinde yine ferde akseder. Bu umûmî mizaçtır ki, milletleri târih sahnesinde devamlı kılar.
Yazımın başlığı; büyük Türk milliyetçisi Hüseyin Nihal Atsız’ın 1933 yılında yazdığı “Kahramanlık” (1) başlıklı dört kıt’alık şiirinin mısrâlarından biridir.
Ne istiyorsunuz beyler? Kimden, niçin, hangi intikamı almak istiyorsunuz?
Büyüklerimiz, dil ve gönül hakkında pek çok şey söylemişler ve bize öylesine güzel nasihatlerde bulunmuşlardır ki, her biri birer hazine değerindedir.
Bâzı kimseler, kitabın kalınlığına yâni hacmine bakıyorlar. Bir kitabın, eni, boyu ve kalınlığı, eğer içinde kayda değer, insanlığın hizmetine dâir faydalı bir şeyler varsa kıymetlidir.
Terörün bir parlayıp bir söndüğü/söndürüldüğü zamanlardaydı. Fakültede, bir ders arası, hoca arkadaşlarla sohbet ediyorduk.
Türkiye’mizin birçok ilinde, “TAŞHAN” adıyla anılan târihî binalar bulunmaktadır. Bunların bâzılarını bizzat gezdim ve onlar hakkında da yazılar yazdım.
Târih boyunca, insanlar, ‘güzel’den bahsetmişler, ‘güzeli’ aramışlardır. Bir taraftan da bu mücerred mefhumun ne olup ne olmadığını düşünerek üzerinde tahliller yapmışlardır. Bugün, başlıbaşına bir ilim olarak düşünülen “estetik=bediîyat”, gerek ilim adamlarını gerekse sanatçıları yakından alâkadar etmiştir.
Okumak ve yazmak; iki muhteşem fiil’dir. Belki, fiilin hâl’e dönüşmüş, zevk ve aşk ile birleşip aynîleşmiş durumudur, düşünmek lâzımdır!..
Yazıma,Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şâir ve ediplerinden olan Muallim Nâci (1850-1893)’nin bir beytiyle başlıyorum: “Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı. Yok öyle değil şâirin ancak adı kaldı”
Türk târihi ve dünyâ jeo-politik şartları, Türk Milleti’nin yakınlaşmasını şart koşmaktadır.