Şimdiye kadar bu kadar hüzünlü bir Ramazan yaşamamıştım; her yaştan on beş milyona yakın insanımızın iki ay kadar önce yaşadığı asrın musibetinin oluşturduğu ağır şartların, sıkıntı ve acıların bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü günümüz ortamında vicdan sahibi hiçbir insan iftar vaktinin uhrevi hazzını bile tam olarak yaşayamaz. İki gün önce bir gazetede yaşadıklarını anlatan genç kızımızın anlattıkları yüreğimde adeta çakılı duruyor:
Deprem felaketine maruz kalanların kurtarılması konusunda yaşanan sorunların, özellikle en kritik ilk iki gün boyunca çok yerin adeta kaderine terkedilmiş olmasının, sonraki günlerde çok fazla göze çarpan yetki kargaşası ve koordinasyonsuzluğun sorumluları tartışılırken doğal olarak iki kurum AFAD ve Kızılay ön plana çıkıyor. Kızılay’ın deprem felaketzedelerinin en acil ihtiyaçlarından birinin çadır olduğunu bilmesine, en büyük üreticinin kendisi olmasına rağmen elindekilerini bir özel yardım grubuna parayla satması büyük tepki topladı.
Kahramanmaraş/Pazarcık merkezli, elli bine yakın vatandaşımızın hayatını kaybettiği asrın felaketi olarak nitelendirilen depremlerin üzerinden bir ay geçti; enkazın altından henüz kalkabilmiş değiliz. Devletin bütün imkanlarını kullanmasına, halkımızın ve sivil toplum kuruluşlarının yoğun çabalarına rağmen barınma/çadır ihtiyacı başta olmak üzere temel sıkıntılar sürüyor. On binlerce insanımız en azından yaşama şartları normalleşinceye kadar kalmak üzere başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı.
Geçen hafta 6 Şubat sabahı ortalık henüz ağarmamışken saat 4.16’da merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan 7.7 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Bilim insanlarının son yüzyılın en büyüğü olduğunu açıkladıkları deprem kendi bölgesinin dışındaki dokuz kenti daha doğrudan etkiledi.
-2.Bölüm Atatürk’ün vefatından sonra Cumhurbaşkanlığına seçilen İsmet İnönü, kısa bir süre sonra toplanan CHP Kurultayı’nda Millî Şef ve partinin değişmez Genel Başkanı ilan edildi. Basılan paralarda ve Darphane’den çıkan altınlarda artık onun resimleri yer aldı. Hitler’in Almanya’nın yönetimini ele geçirmesinden sonra giderek yükselen savaş ihtimali 1939 yılı Eylül ayına girilmesiyle birlikte gerçeğe dönüştü; önce tüm Avrupa, ardından Doğu Asya altı yıl boyunca tarihin en kanlı savaş dönemine girdi.
-1.Bölüm Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları ve muhalefetin de benimsemesi üzerine seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması hukuken ilan edilmese de fiilen kesinleşmiş görünüyor. Bu tarihin siyasi tarihimizde özel bir yeri vardır. Cumhuriyet döneminde 27 yıl tek başına iktidarda kalan CHP, halkın kullandığı oylarla 14 Mayıs’ta muhalefete düştü; dört yıl önce Celal Bayar, Adnan Menderes, Prof. Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın girişimleriyle kurulan Demokrat Parti iktidara geldi. Türk ve Müslüman dünyada iktidar ilk defa sandık sonuçlarıyla değişmiş oldu; tarihi bir “kırılma olayı” yaşandı.
Suudi Arabistan Finans Bakanı’nın geçen hafta yaptığı açıklama iç politikaya odaklanmış olan basınımızda sadece kısa bir haber olarak geçildi, üzerinde durulmadı. Oysa Suudi ekonomisinin önemli bir yetkilisinin sözleri çok şeyler ifade ediyor: “Geçen yıl bazı ülkeler borçlarını çevirmeyerek temerrüde düştü (iflas etti). Daha fazla ülkenin de temerrüde düşme ihtimali var. Türkiye, Mısır ve Pakistan gibi “savunmasız ülkeleri” desteklemeye devam edeceğiz.”
Çin, Mao’nun ölümünden sonra ekonomik alanda radikal bir sistem değişikliğine yöneldi. Ülkenin yönetiminde Marksist-Komünist ilkelere bağlı kalmakla beraber özel teşebbüsün önünü açarak, piyasa ekonomisinin kurallarına uyarak, şirketleşmelere, mülk edinmeye, yabancı sermaye ile ortaklıklara izin vererek, bu girişimleri devlet olarak destekleyerek ihracatı önceleyen kendine özgü melez/hibrit bir ekonomi modeli oluşturdu. Özel sektör kuruluşları işçileri çok ucuza köle gibi çalıştırarak, dışa açılarak hızla büyüdü.
Geçen hafta DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile Genel Bşk. Yardımcısı Senem Oktar Öğüt’ün Anayasa’nın bazı maddelerini değiştirecekleri yolundaki açıklamaları gündemin yoğunluğu sebebiyle pek dikkat çekmedi. Partiler birkaç ay kala oy tabanlarını genişletmek amacıyla çeşitli konularda çıkışlar yapıyorlar.
Bütün dünyayı etkileyen ağır ekonomik, siyasal, toplumsal ve sağlık sorunlarının yaşandığı çetin geçen bir yılı geride bırakarak yeni bir yıla başlıyoruz. 2023 yılı, cumhuriyetimizin yüzüncü yılı olmasından dolayı Türkiye için özel bir anlam taşıyor. Türklerin Rumeli’den sonra Anadolu’dan da tasfiyesine yönelik Batılı emperyalistlerin projesi, Mustafa Kemal’in liderliğinde başarılan millî direnişle püskürtüldü; millî egemenliğin, tam bağımsızlığın temel ilkeler olarak benimsendiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Aradan geçen yüzyıllık süreçte hem Türkiye’de hem de bölgemizde ve dünyada şartlar çok değişti.
İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, 1998 yılında Refah Partisi’nin mitinginde yaptığı konuşmada Ziya Gökalp’e ait dört mısradan ibaret şiiri okuduğu için açılan dava jet hızıyla sekiz ayda tamamlandı, sekiz ay on gün hapis cezası verilerek “siyasi yasaklı” haline getirildi. Kararın açıklandığı duruşmanın ardından Saraçhane Meydanı’na gelen Erdoğan buradaki topluluğa kararı şöyle yorumladı: “Görüyoruz ki yargı gerçekten bağımsız değil; böylece yargının işleyişine adalet ilkelerinin değil siyasetin egemen olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Siyasi rakiplerimiz, güç ve çıkar odakları seçim sandıklarında karşımıza çıkamayacaklarını, önümüzü kesemeyeceklerini iyiden iyiye anlamış olmalılar ki böyle bir yola başvurdular. Bu yol yanlış bir yoldur. Adalet gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır.”
TBMM’de bütçe görüşmeleri sırasında milletvekilleri arasında yaşanan arbedede Bursa Milletvekili Zafer Işık’ın yumrukladığı Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs’ün kalp rahatsızlığı geçirerek yoğun bakıma kaldırılması, elektroşok uygulanarak hayatının kurtarılması ülkemizdeki siyasi gerginliklerin, kutuplaşmanın boyutunu gösteren müessif bir olaydır; ülkemizin geleceği açısından bu tablonun siyasi tercihlerin dışına çıkılarak, bütün yönleriyle, serinkanlılıkla düşünülmesi gerekiyor.
1982 Anayasası darbe döneminde yapılan referandumda % 92 oranında “evet" oyuyla kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bu yüksek oy oranında uygulanmakta olan sıkıyönetim şartlarının, askeri yönetimin, siyasi yasakların büyük payı vardır. Sonraki yıllarda yüz otuzdan farklı madde değiştirilerek “darbe dönemi Anayasası” gölgesinden kurtulmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Yeni bir anayasa yapılması konusu ve buna bağlı olarak demokrasi sorunumuz hala ülke gündeminin ilk sıralarında yer alıyor.
İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısında, patlayıcıyı getiren Ahlam Albashir dahil olayla ilgileri belirlenen 50’den fazla şüpheli tutuklandı. Albashir ile karı-koca görünümüyle dört ay tekstil atölyesinde barınan bu eylemdeki ortağı henüz yakalanamadı. Bulgaristan’a kaçtığı söylense de izi bulunamadı. Bu terör olayı çeşitli yönlerden üzerinde titizlikle durulması gereken özellikler taşıyor.
24 Kasım her yıl “öğretmenler günü” olarak kutlanıyor. Mesleğin devasa sorunlarının üzerinde durmak, çözüm yolları aramak, ilgilileri, sorumluları uyarıp yönlendirmek yerine her yıl en yetkili ağızlardan birbirinin benzeri cümlelerle kutlama mesajları duyuluyor; altı bomboş övücü sözlerle öğretmenlerin kalbi kazanılmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin neredeyse elli yıldır en ağır sorunu olan, PKK üzerinden yürütülen terör eylemleri bazı dönemlerde azalmaya yüz tutsa da her zaman gündemde kaldı. Siyasal iktidarların uygun politikalar inşa etmekte yetersiz kalmalarının yanı sıra coğrafi konumumuz da bunda rol oynadı. Belki daha da önemlisi küresel ve bazı bölgesel güçlerin taşeron olarak yararlanmak amacıyla bu örgüte destek sağlamalarıdır.
Arşivlerimi elden geçirirken 3 Mart 1994 tarihli Sabah Gazetesi’nden Hıncal Uluç’un sütunundan kesip sakladığım (Satış!) başlıklı önemli ve çok düşündürücü bir bilgi notunu tekrar okudum. Aynen şunlar yazıyor:
Geçen ay Amasra’da yaşanan grizu patlamasında, yerin 320 metre derinliğindeki maden ocağında ekmek parası kazanabilmek için canlarını ortaya koyarak çalışan 41 işçimizin hayatını yitirdiği, beşinin yoğun bakımda tedavilerinin sürdüğü facianın üzerinden bir ay kadar bir zaman geçti.
Cumhuriyet bir yönetim biçimidir, rejimdir. Egemenlik hakkının belli bir kişiye ait olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının karşıtıdır; hükûmet veya devlet başkanı halk tarafından belli bir süre için seçilir. En kısa ifadeyle cumhuriyet ülkenin “kim tarafından yönetileceğini, demokrasi “nasıl” yönetileceğini belirler.
Türkiye’de 1991 seçimlerinden sonra başlayan “koalisyonlar dönemi” ve buna bağlı olan siyasi istikrarsızlık, ekonomik sorunlar 2002 genel seçimlerine kadar devam etti. Ekonomimizde 1994 ve 2001 yıllarında iki büyük kriz yaşandı. Merkez sağın iki büyük partisi ANAP ve DYP’de önce Turgut Özal’ın ve onun vefatının ardından Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olmalarından sonra onların yerlerine geçen Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller yetersiz kaldılar; bu iki partinin giderek erimelerinden yararlanan Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Refah Partisi öne çıktı.