Dini bayramlar yakın dönemlere kadar toplumumuzun büyük çoğunluğunun anlamını idrak ederek, haz duyarak yaşadığı, ev ziyaretleriyle ailelerce duyguların paylaşıldığı çok özel günlerdi; ezcümle bayramlar bayrak gibi idrak edilip kutlanırdı.
Dr. İbrahim Doğan her kulun ecel-i İlahi’yle belirlenen bu dünyadaki yolculuğunu tamamlayarak beka âlemine, ebedî mekânımıza avdet eyledi. Son defa geçen ayın son haftasında on iki kişilik dostluk grubumuzla hemen her ay buluştuğumuz yemek vesilesiyle birlikte olup sohbet etmiştik. Her zamanki gibi diri ve canlıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’de doğurganlık oranının son yıllarda hızla azalmasını, yaşlı nüfus oranının yükselmesini “Yaşamsal tehdit ve tehlike” olarak nitelendirdi. Bu hükme aynen katılıyoruz, nüfus yapımızdaki olumsuz değişmeler, acil önlemlerin alınmaması durumunda karşılaşacağımız çok yönlü sosyo-ekonomik ve kültürel ağır bir krizin habercisidir.
İki eski dost ziyaretime geldiler. 80’ler ve sonrasına ait pek çok ortak hatıralarımız vardır; çoktandır görüşemiyorduk, bunları yeniden hatırlayıp o dönemde yaşananları andık.
14 Mayıs 1950 seçimlerini Demokrat Parti’nin kazanması, 27 yıllık CHP iktidarının sona ermesi siyasi tarihimizde dönüm noktası olan tarihi bir olaydır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1945’in son aylarına kadar “tek partili cumhuriyet” olarak yönetilmişti. Cumhuriyetin ilanından aylarca sonra TBMM’de görüşülerek kabul edilen Anayasa “Kuvvetler Birliği” esasına göre hazırlanmıştı.
Önceleri Bahar Bayramı adıyla kutlanan, 2009’da Emek ve Dayanışma Günü adı verilen 1 Mayıs’ta Taksim’de toplanılması konusu, çok defa olduğu gibi bu yıl da tartışmalara neden oldu. İleriki yıllarda da bu tartışmalar sürecek görünüyor. Çünkü radikal solcu gruplar konuyu yıllardır yaptıkları tarzda ajitasyon/ideolojik propaganda vesilesi olarak gündemde tutmakta kararlı görünüyorlar. Bu sebeple olaya ilişkin bazı gerçekleri hatırlamanın ve bunların gelecek nesillere aktarılmasının yararlı olacağını düşünerek bu yazıyı yazıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir anayasa yapılmasını istiyor; bu husustaki düşüncesini Irak’tan dönüşünde uçakta gazetecilere bir kere daha ifade etti: “ Dünyada birçok alanda değişimden söz ediliyor… Buna ayak uydurmak için de Türkiye’nin eskinin darbeci ruhunu özünde barındıran anayasa metninden kurtulup yenilikçi ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşmasının zamanı gelmiştir. Bu konuda CHP’nin de böyle bir değişime destek vereceği düşüncesi ve inancındayım.” Öyle görünüyor ki bu konu önümüzdeki günlerde ülke gündeminin ilk sıralarında yer alacak ve çok tartışılacaktır.
19 Nisan 2008’de ATO Salonunda toplanan Türk Ocakları Kurultayı’na öğleye doğru ara verildi. Bazı eski dostlarla benim 2. kattaki odamda yemek yiyorduk. Kapı aniden açıldı, Ayvaz Gökdemir sevinçli anlarında yüzünü kaplayan tatlı tebessümüyle parmağını sallayarak siteme başladı “beni bu Kurultay’a getirmediniz de ne oldu? Bakın işte geldim.“
Dünya, Hamas güçlerinin 7 Ekim’de İsrail’in sınırdaki bir kasabaya ve burada eğlenen topluluğa yönelik birkaç saatlik askeri harekatını şaşkınlıkla karşıladı. İsrail ile igili her şeyden haberdar olduğu bilinen MOSSAD beş yıldır yapıldığı öne sürülen bu hazırlığın nasıl farkına varmamıştı?
12 Eylül 1980 darbe döneminde 587 sanıkla başlayan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Ana Davası, geçen Aralık ayında yayınlanan DAVA’NIN DAVASI kitabında etraflı şekilde anlatılıyor. Bu yazının birinci bölümünde bu davayla ilgili belgelerin yer aldığı çok büyük emekle hazırlanan arşivin hazırlanış hikâyesi ve akıbeti yazılmıştı. İkinci bölümde İddianamenin belkemiğini oluşturan “suçun vasfı” nda çok önemli gördüğüm bir hususa dikkat çekmek istiyorum.
12 Eylül dönemindeki 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın bütün yönleriyle anlatıldığı “KURGULANMIŞ BİR DAVANIN ARKA PLÂNI - DAVA’NIN DAVASI“ kitabının ikinci baskısı yapılmak üzere; Av. Şerafettin Yılmaz bu baskıda, ana davadan tefrik edilen sanıkların da yargılandıkları İstanbul, Adana, Erzurum, İzmir ve Bafra’da görülen aynı konudaki davalara da yer verileceğini söyledi.
31 Mart’ta yapılan yerel seçim sonuçlarının, siyasette taşları yerinden oynatarak, dengeleri değiştirecek özellikte bir deprem etkisi yapması muhtemel görünüyor. 22 yıldır yapılan bütün seçimleri birinci parti olarak kazanan AK Parti, oyların yüzde 35’ini alarak ikinci sıraya indi.
Galip Erdem Ağabey 27 yıl önce bu “gelimli gidimli" dünyadaki misafirliğini tamamlayarak, geride 67 yıllık çileli ömrünün en büyük, belki dev tek hazzı olan sevgili kızı Bilge’yi bırakarak, ebedi âleme ahiret yurduna avdet eylemişti.
Siyaset sosyolojisi açısından toplumumuzun iki kesime bölünmüş görünümü var; bunlardan birincisini derecesi farklı olmakla beraber millîci ve İslami/dini eğilimleri olan, siyasi literatürde kalkınmacı-muhafazakâr diye tanımlanan, sağcı olarak adlandırılanlar oluşturuyor; ikincisinde seküler, Kemalist, Alevi, laisist (laikçiler), kısacası devletin yukarıdan reformcu düzenlemeler yapmasını savunanlar yer alıyor. Çok partili dönemin başladığı 1946’dan bu yana yapılan seçimlerin sonuçları toplumdaki bu bloklaşmaya ayna işlevi yaparak çok net biçimde yansıtıyor.
Ötüken Yayınevi’nin millî kültür ve düşünce hayatımıza, edebiyat ve sanat dünyamıza hizmet amacıyla çıkardığı iki dergiden, Millî Mecmua’nın yeni sayısının “dosya konusu” Yusuf Akçura olmuş. 20.Yüzyıl başlarında Türkçülük ve Türk milliyetçiliği konularındaki yazılarıyla ve konuşmalarıyla öne çıkan, dönemlerinde yaşanan toplumsal, kültürel ve siyasal gelişmeleri etkileyen iki mütefekkirimizden biri olan Akçura’nın (diğeri Ziya Gökalp) etraflı şekilde incelenip anlatılması son derece doğru ve yerinde bir seçimdir.
Geçenlerde arşivimi karıştırırken kimden ve hangi tarihte, alıntı yapıp kaydettiğim belirsiz hayata ve insana dair bazı notlara rastladım. Bunları benim gibi ilgi çekici bulanların da olabileceğini düşünerek paylaşmak istedim:
Amerikan Kongresi’nde Türkiye’nin F-16 uçakları satın alma isteğine karşı on beş günlük itiraz süresi içerisinde olumsuz bir çıkışın yapılmamış olması, böylece Başkan Biden’ın önünün açılarak anlaşmanın yapılması sürecine girilmesi elbette önemlidir; ama bu sonuç iktidar çevrelerinin vurguladığı tarzda “bir dış politika zaferi“midir ?
Türkiye’nin biri doğudan Bingöl üzerinden batıya Marmara’ya ve güneye Suriye'ye doğru acımasız bir ahtapotun kolları gibi uzanarak geniş bir alanı etkileyen, diğeri ülkenin farklı bölgelerinde, özellikle İzmir ve çevresinde kendini zaman zaman gösteren fay hatlarıyla deprem kuşağında bir ülke olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan hocamız bu fani dünya hayatını tamamlayarak alemi bekaya intikal eyledi; menzili mübarek makamı ali, mekanı cenneti ala olur inşallah.