N. Fazıl: Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim; Görevi olmasaydı sol elimi keserdim…” Şiirinde, sağcılığın en kaba ve hatta ilkel bir tanımlaması yapılmaktadır. Hayatım boyu “sağcıyım” veya solcuyum demedim.
Türk tarihinin en önemli destanlarından biridir “ÇANAKKALE Zafer’i…”
Siyasette seçtiğiniz yöntem doğru olabilir. Ancak uygulamaya geçtiğinizde, yönteminizi sükûnet üzerine kurarsanız, asil bir görüntü kazanırsınız. Hep savaş hali sertliğinde davranırsanız yıpranırsınız, çevrenizi de yıpratırsınız... Savaş içinde bile, mevziler arası takasları unutmamalı… Çanakkale Savaşındaki örnekleri düşünün…
Nietzsche: ‘’Ben bu kulaklara göre ağız değilim’ diyerek anlaşılamadığını ifade eder. Necip Fazıl’da aynı dertten yakınır; anlaşılamamaktan…
Nasıl bir toplum olduk demeyeceğim. Çünkü, insan olarak var olduğumuz günden bugüne zamanın şartlarına uygun olmak üzere, çok değiştiğimiz söylenmez. Zaman zaman kişisel iyilerin davranışlarını genele mal ederek, “ne günler ne zamanlar varmış” diye övünürüz geçmişimizle... Birbirimizi sevmiyoruz, en kötü huyumuz kıskançlığımız!
Laf döndürüp duruyoruz. -Ben haklıyım! -Hayır, ben haklıyım!
İki tür ırkçılık var, “armut piş-ağzıma düş ırkçılığı” ve “çalış senin de olur ırkçılığı…”
6 yaşında bir çocuk babasıyla ofise geldi. Elimi uzattım, elini uzattı, göz göze geldik. Tokalaştık. Adın ne, dedim. Kürşat’mış! Çok hoş dedim, niçin, dedi. Şaşırdım. 6 yaşındaki bir çocuk gibi durmuyordu karşımda…
Kişilerin dünya görüşleri; yaşadıkları sosyal çevre, girdikleri siyasi ortamlar, okudukları kitaplar, sosyal medya, görsel, yazılı medya aktiviteleri ve izledikleri televizyon kanallarının etkisinde oluşur ve gelişir...
Destansı bir dünya kurgulayıp, Türk’ün en güzel hasletlerini yaşama ve yaşatma gayretiyle hayata bakan ve Türk Milletinin geçmişi ile geleceği arasında “Türk tarihinin bütünlüğü” teziyle var olan köprüyü işaret eden, Türk milletinin Cumhuriyet kuşağındaki en önemli bir aydınıdır.
İktidarın bundan sonraki tüm icraatları seçime yöneliktir. 20 yıllık icraat sırasında yapılmayan ve seçim startı verilen bir dönemde öne alınması düşünülen düzenlemeler birtakım riskleri de içinde bulundurmaktadır.
Sevdiğim bir büyüğüm, Lider-Teşkilat-Doktrin’ci bir ağabeyim, son birliktelikten neşet bulan bir hoşgörü ile, Türkiye’de hiç Atatürk düşmanı olmadığını, rakı masalarındaki bazı tiplerin “Atatürk’ü rakı içerken andıklarını ve O’nun da rakı içicisi olduğunu bir övünç vesilesi yaptıklarını yazmış…
Bu bölünme, bu paramparça olma kimin eseri? Nasıl bir bölünme, niçin? Ve kimlere yaradı?
Başlık olarak kullandığım bu cümlenin Türk milliyetçileri için geniş anlamı; “ne Amerika ne Rusya ne Çin, her şey insanlık için” şeklindedir. Türk milliyetçileri saldırgan ırkçı düşünceyi kabilecilik anlayışının bir sonucu olarak görür, bu nedenle de ilkel bulur…
Her insan için bazı sembol kavram ve kişiler vardır. Türk milliyetçileri için sembol kişiler halkasının başına OĞUZ KAĞAN’ı koyarsak, sonuna da ALPARSLAN TÜRKEŞ’i koymamız hakkaniyet gereğidir.
Masallar şöyle başlar; “bir varmış, bir yokmuş…” Aslında “ne varmış, ne de yokmuş” diye başlasaydı daha iyi mi olurdu? Yani, varla yok arasında bir yerdeyiz; biraz varız, biraz yok...
Emperyalizm sadece devletlerarası bir kavram olarak değil, çok daha genel bir kavramdır. Emperyalizm sorununu önce dış ve iç emperyalizm olarak ikiye ayırmak mümkün. Dış emperyalizm, devletlerarası emperyalizmdir. Bir devletin bir başka devletin egemenliğine müdahale ile her alanda karşı devlet üzerinde sömürü kurmasıdır. Rusya’nın Ukrayna üzerinde oluşturmaya çalıştığı emperyalist anlayış güncel örnek olarak verilebilir.
Ne hazindir ki, beyin göçüne maruz kaldık ve kalmaya da devam ediyoruz. Bizim seçkin gençlerimiz yurt dışına giderken, dışarıdan gelen, Türk olmayan vasıfsız unsurlar hızla çoğalmaktadır.
Kim ne derse desin, artık, bir değişim, dönüşüm süreci başlamıştır ülkemde. Artık yaşatılan çelişkilerin ortaya koyduğu yeni gerçekler var. Çevrenize bir bakın, aynı fikre mensup insanların nasıl ayrıştırıldığını görürsünüz. Nasıl bir bölünme ve çeşitlenme ile birbirilerine düşman kamplara ayrıldıklarını da…
Değerli dostlar, milliyetçilik, sadece belirli bir kesimin çevresel etkenler nedeniyle kabullendiği bir düşünme biçimi olmasaydı, bu gün Türkiye’nin kaderi; ne mevcut iktidar, ne de bu tarumar edilmiş bir ekonomik yapı olurdu.