Bu acı çok acı olayı siz aziz okuyucularıma, aralarınızda az da olsa var olacağını sandığım gençlere benim şahitliğimle, bu şahitliğimi başka şahitlerle de takviye ederek anlatmak istedim. Tabii mümkün mertebe kısaltarak… Yoksa birkaç ciltlik bir kitap olur.
“Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum. “Sangaryos’u “Sakarya” yapan, “İkonyum’u “Konya”yapan Dille konuşurdum.” Arif Nihat Asya
Kızgın çöllerde göğsüne yığılan taşların altında bile “Allah bir” diye haykıran, derisi kara. Yüzü akların akı Bilâl gibi mi?
Tarihin yazdıklarından öğrendiğimize göre İstanbul, Bizans’ın hükmü altında olduğu zamanlardan itibaren çeşitli afetlere maruz kalmış, acayip şekilli yıldızlar görülmüş, güneş kararmış, kan rengi yağmurlar yağmış, denizi donduran müthiş kışlar da yaşanmış. Rahmetli Ragıp Akyavaş Hoca “Asitâne” adını taşıyan kitabında İstanbul depremlerini işte böyle sıralamış:
Florya gecelerinden birinde söz dönüp dolaşıp Fransa tarihine, oradan da Napolyon’a gelmiş ve Waterloo savaşında noktalanmıştı. İşte ne olmuşsa o anda olmuş Atatürk ânî bir kararla yâverini çağırarak “Bana Yahya Kemal’i bulun.
Kıbrıs dâvâsını en iyi şekilde anlatacak birçok hadise cereyan etti. Amma bunların başında Başkanlık Sarayı’nın önüne Türk tankları gelince, Kıbrıs Türk yürütme kurulu başkanı Rauf Denktaş’ın gözlerinden süzülen yaşlar gelir. Çünkü daha aylar önce, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs meselesini askeri müdahalesiz halledilemez hale getirmişti. Ve bunu en iyi anlayanlar da Kıbrıs’lılar ve onların başkanı idi.
Bir ülkeyi İslâm dışı olmak değil, İslâm dışı değilim, müslümanım dediği halde Kur’anın esası olan Hak ve adâletin çok dışında dolaşmakta ısrar eden, devleşmiş nefislerinin esiri olan liderler ve onların emir kulları yıkar. Bu hüküm Kur’an-ı Kerim’in özünden çıkan bir hükümdür: “Zulme bulaşmış, adâletten uzaklaşmış bir iktidarın ve onun hükmü altındaki bir toplumun yıkılışı, bir başka deyişle kıyameti yakındır.”
İslâm’ın büyük Peygamberi… Peygamberlik… İnsan cinsinin ulaşacağı en yüksek makam… O ise bu makamın en yüksek basamağında. O Peygamberler Peygamberi… Son Peygamber…
Eşim Ergun Göze’nin, mübarek Ramazan günlerinin manasına uygun yazılarını paylaşmak istedim.
“İslâm’ın âdil ve cesur reisi “… İkinci halife… Peygamber (s.a.v) onun için buyurdu ki: “Benden başka birisi peygamber gönderilseydi, bu Ömer olurdu.” Peygamberimizin hanımı Hazreti Hafsa’nın babası… Hattaboğlu diye meşhur. İran fatihi… Bu sebeple İranlılar (Şiiler), Müslüman olduktan sonra da onu sevmemişler, Müslüman saymamışlar ve böylece dalalette kalmışlardır. Esasen ölümü de bir İranlının elinden olmuştur. İslâm’a girişi bir şiir!
İlk Müslüman… İlk halife. Peygamberden sonra gelen Müslüman. En büyük sahabi, Peygamberimizin (s.a.v) kayınpederi, mağara arkadaşı. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk onun için “İkinin ikincisi” buyurur. İkinin birincisi Ahir Zaman Peygamberi’nin bizzat kendileri…
1526 yılının sonları… Orta Anadolu’nun ayaklanmalarla karıştığı günler… Kanun yapıp o kanunlara uyulmasını titizlikle takip eden, bu yüzden Kanunî diye anılan Kanunî Sultan Süleyman ne yazık ki bu titizliğine rağmen bazı devlet memurlarının halka zulüm yapmasına ve haksızlıkla muamele etmesine mani olamamıştı.
Dünyâyı şereflendirişinin 117. yılında Sâmiha Ayverdi’yi hasretle, minnetle ve rahmetle anarak…
Yüzünde göz izi yok sanarak Siyaset denilen Leylaya gönül verdim. Sonradan anladım ki dört bin kişinin nikâhından geçmiş, Osman Bölükbaşı
Rahmetli eşimin bundan on altı sene önce yazdığı satırlar, bugün daha da önem kazanmış gözüküyor.
“İşte dostumuz! Amerika’nın ihaneti: “WİLSON PRENSİPLERİ” ve General Harbord Baskını
Vatanının düşmanlarıyla uğraşmaktan kendi hayatını yaşamaya vakit ayıramayan, dış seyahatlere bile Türk’ün hiç bitmeyen düşmanlarıyla mücadele gayesiyle çıkan, röportajlar yapan, kitaplar yazan, en zoru vatan toprağında yaşayıp yetiştikleri hâlde tarihimiz boyunca bizi yıkmak için bıkmadan usanmadan uğraşmış düşmanlarımızın yanında yer alan hainler ve gafillerle uğraşan eşim Ergun Göze’nin yüzlerce fıkrasından birini vefatının 13 ncü yılında tam zamanıdır diye düşünerek de sizlere sunmak istiyorum.
Sabah kahvaltısında Mustafa Kemal Paşa kat’i konuşmuştu: - Bugün İzmir’e gireceğiz. Halide Edip o muhalif ve aksi tavrını gene takınmıştı: - Bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim. Ben sonra yalnız başıma gelirim.
İşte büyük şâîrimizin düşmanlarımızı çıldırtan o yazısı… Yahya Kemal’e Millî Mücâdele esnasında bir tek satır bile yazmadı diyerek iftira edenlerin suratına fırlatılacak yazılarından birisi. Bir Millî Mücâdele Destanı olan “Eğil Dağlar” adını taşıyan kitapta toplanan 88 müstakil yazıdan, Mustafa Kemal Paşa’nın okuduktan sonra kesip kesip sakladığı yazılardan sadece birisi…
İzmir’e girdik. Anadolu Yunanlılardan temizlendi. Şimdi işin siyasi safhası başlayacak. Hemen mümkün olduğu kadar çabuk barış yapmamız lâzım. On beş seneden beri muharebe ediyoruz. Hele son dört sene, bütün Cihan Harbi’nde çektiklerimizi unutturacak kadar zordu. Memlekette, halkta, hepimizde hiç söylenmeyen bir tek arzu var: Barış…”