Yeryüzünde tarihler boyunca çeşitli ulusların devlet kişileri, suikastlar düzenlenilerek öldürülmüşlerdir. Şu kesin gerçek asla unutulmamalıdır ki; suikast düzenlenen ve de öldürülen devlet kişisi sayısı en çok Türk Ulusundan olmuştur. Bu konuda dikkat çeken bir başka husus ise şöyledir: Diğer ulusların devlet kişileri veya başkanları; iktidar kavgası şeklinde iç çekişme sonucu veya bir başka ulus veya uluslar ile çıkar çatışmasına dayalı dış sebeplerden ötürü öldürülmüşlerdir.
Bu bölümde; Selçuklu İmparatorluğu’nun ünlü başbuğlarından Melikşah’ın zehirlenerek öldürülmesi ele alınacak. Ancak, bundan önce, çok değerli iki Türk Selçuklu başbuğunun şüpheli ölümlerine değinmeden geçilmesi eksiklik olur. Bu iki şüpheli ölümden birisi:
Bu saygıdeğer kişiyi tanıtmadan önce, sayın okurlarımızı; ön yargı tutsaklığının dışında bir bakış açısıyla okumaları için uyarma gereği duydum. Artık çoğu insanımız biliyor ama ben yine de hatırlatmak istedim.
Bilindiği gibi son on yıl içinde Hıristiyan dünyasının misyonerlik (Hıristiyan olmayan insanları ve ulusları Hıristiyanlaştırma çalışmaları) faaliyetleri bariz bir şekilde arttı. Özellikle Türk Dünyası, Sovyetlerin dağılması sonucu meydanı boş bulan misyonerler ve onları yönetenler hemen fırsat değerlendirme çabası içine girdiler. Büyük maddi destekler sayesinde, Müslümanlığa karşı haksız ve de ahlaksız bir rekabet sürdürülmektedir.
Saygıdeğer okuyucular, sevgili gençler; serüven denilince aklınıza hemen, seyrettiğiniz yabancı filmler, çizgi filmler, romanlar ve hikâyeler gelmekte. Ne yazık ki bu böyle. Çünkü sürekli olarak ta ana okulu yaşından tutun da yetişkinlerimize kadar, her yaşa uygun olarak yabancı serüven masalları adeta ezberletilmekte.
Milletimizin, pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da bildikleri sadece, kasıtlı olarak verilen yalan, yanlış ve eksik bilgilerden ibarettir. Aslında tarihimizle, neredeyse hiç ilgilenmeyiz. Yabancı kaynakların, çoğu kasıtlı olarak verdikleri bilgilerle yetiniriz.
Edebiyat ve sanat, milletlerin kültür bankasıdır. Bir milletin en özgün ve en değerli özelliklerini koruyan edebiyat ve sanattır. Sadece korumakla kalmaz, yeni yeni katkılar yaparak gelişmesini ve de çağdaşlaşmasını sağlarlar.
Çobanlık mesleği insanlık tarihi kadar eskidir. Dini açıdan bakıldığında, Adem Ata’nın oğullarından Habil’in mesleği – işi çobanlıktır. Dolayısıyla çobanlık mesleğinin piri Habil’dir. İnsanlar tarafından ortaya konan insanlık tarihi göz önüne alındığında ise; kişilere en fazla yarar sağlayan hayvanlar içinde ilk evcilleştirilen koyundur. Koyunu evcilleştirenler ise Türk Atalardır.
Büyük milletler, yetiştirdikleri büyük devlet adamlarını unutturmamak için onun adını ve sanını yaşatmanın yollarını araştırırlar ve de bulurlar. Bu amaçla kullanılan bir kişi adı ilgi çekici örneklerdendir, bu kişi Ağustos’tur! Bilindiği gibi miladi takvime göre yılın sekizinci ayına ‘Ağustos’ denmekte.
Bu sayımızda, yine şeytani güçlerin, Haçlıları ve yerli HAMAGA’ları kullanarak; Türklerin Atası unvanını sonuna kadar hak eden Ulu Önderin naçiz bedeninin ortadan kaldırılmasını irdeleyeceğim. Meselenin iyi anlaşılabilmesi için konuyu kısıtlı olarak ele alacağım. Şöyle ki; Burada Atatürk’ü anlatmaya kalksam, özet olarak bile olsa bunun mümkün olmadığını takdir edersiniz. Sadece şu hususları kısaca – özet olarak incelemeye çalışacağım; Ulu Önder, Şeytani güçlerin kendisine çok büyük kin ve düşmanlık içine girmeleri için neler yaptı? Bunu irdeleyeceğim. Ayrıca, yine özet olarak bedeninin nasıl ortadan kaldırıldığını ve de Ulu Önderi nasıl öldüremediklerini açıklamaya çalışacağım.
Alp sözcüğü yalnızca Türklere aittir, başka bir dilde bu sözcük yoktur. Eğer başka bir kültürün – dilin içinde ‘ALP’ varsa bu Türk töresinden o millete geçmiştir. Yaklaşık yedi bin yıl öce Avrupa kıtasına gelen Türk Töresini ve uygarlığını Avrupalı yerli barbar insanlara öğretmişlerdir. Elbette bu uygarlaştırma çalışmaları kolay olmamıştır yani askeri güç de gerekmiştir. Avrupa’ya uygarlık yolunun açılmasında ‘Alplar’; öncü, yol açan güç olmuşlardır. İşte bu yüzden; Avrupa’nın en uzun sıra dağlarının adı ‘ALPLER’ – ALP DAĞLARIDIR…
Size sunmak istediğim yazıma daha başlarken, Yahya Kemal BEYATLI’nın şu şiirini okumanızı isterim:
İnsanın yeryüzünde ilk ne zaman görüldüğü pek bilinmiyor. Tarih şuurunun başlangıcına kadar nasıl bir serüven veya serüvenler yaşandığı da bilinmiyor. Ancak bilimce tarih yazımı başladıktan sonradır ki insanlığın geçmişi hakkında biraz bilgimiz var. Daha öncesi ise; efsaneler ve masal şeklinde anlatılanlardan ibaret. Her ne kadar insanlığın uzak geçmişini bilmesek de insanların kişi ve toplum çıkarları için çeşitli ergleri kullandıkları, bilinen tarihlerden beri yapılan uygulamalardan anlaşılmaktadır.
Ezelden beri yeryüzünün dirliği için, kendi ulusu ve diğer ulusların insanca bir düzen içinde yaşamaları için çalışan, tek Tanrı'ca güç Türk Milleti olmuştur. Bu konuda bütün dünyaya yönelik, en eski faaliyet olarak bilinen Oğuz Ata'nın çalışmaları elbette ilk değildi. Çok eskilerde dahi atalarımızın bu amaç için çalıştıkları muhakkaktır. İşte bu yazımda sizlere sözünü ettiğim faaliyetlerden birini hatırlatmak istiyorum.
İnsan türü hangi zamanda kavimler halinde guruplaştı bilinmez. Ama guruplaşmaların millet bilincini oluşturmasıyla, milletler arası çatışmalar ve savaşlar hep olagelmiştir. Tarihin derinliklerine inerek bütün olanları irdelemek, takdir edersiniz ki pek mümkün olmaz. Sadece bizim milletimiz ile ilgili bile olsa, çok kısıtlı ve belli başlı olaylar dile getirilebilir. İşte ben burada; milletimizce son bin yılda, Ağustos ayında ve sadece savaşlarla ilgili yaşananları kapsayan kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Önceki yazıda, Türkiye Devleti’nin ordusu gelerek Orta Doğu’yu Haçlı yönetimlerinden ve hegemonyasından kurtardı demiştik ya¸ ne demek istediğimi pek çok okuyucumuz anlayamamış, haklılar. Çünkü HAMAGA’lar kullanılarak bize kendi tarihimiz öğretilmedi, Haçlıların bize öğretmek istedikleri, bizim tarihimizmiş gibi önümüze konulmuş sözde tarihlerdir.
Kudüs’ün yeniden Müslümanların eline geçmesi Avrupa’daki Haçlıların ve özellikle de Papa Üçüncü Clemens’ın hiç hoşuna gitmemişti. Gerçi Kudüs’teki Hıristiyanlar kendi krallıklarından daha rahattılar. Ayrıca o yöredeki diğer Hıristiyan yönetimleri ki bunların en önemlileri; Hatay Prensliği ve Trablus (Şam) Kontluğu aynen görevlerinin başındaydılar; başlarına buyruk, kimseye hesap vermeden kendi egemenlik alanlarında hükümlerini sürdürmekteydiler. O kadar ki; kendi yörelerindeki Müslümanları çeşitli baskılarla göçe bile zorluyorlardı.
Geçen sayımızda ‘önümüzdeki sayıda Kudüs’te buluşalım’ demiştik’ ya, hoşa gidecek bir buluşma değil ama tarihi gerçeklerle de yüzleşmek zorundayız.
Emrinde bulunan az sayıdaki Türk savaşçısıyla Hatay kalesini Haçlılara karşı korumakta olan Komutan Yağı Kıyan; her ne kadar erzakları bitmek üzere olsa da kaleyi sonuna kadar savunmak istiyordu. Onca saldırılara karşın kaleyi ve kale içindeki sivilleri korumaya devam ediyordu. Haçlı orduları ise aylarca süren kuşatmaya karşın kaleyi ele geçirememenin çılgınlığı içindeydiler.
Haçlı ordularıyla Eskişehir yakınlarında karşılaşan ve savaşan Kılıçaslan; düşmanın güçlü, barbar ve çılgın savaşçılardan oluştuğunu ve sayılarının çok çok fazla olduğunu görmüştü. Ayrıca sivil halka, çocuk ve kadınlara bile akıl almaz canilikler yaptıkları, görgü tanıklarının da ifadeleri ile kesinlikle anlaşılmıştı. Türk Ordusu serdengeçti bir anlayışla düşmana saldırır tamamı şehit olabilirdi.