Bundan 43 sene önceydi. Tankların Cumhuriyet Caddesi’nden geçtiği, siyah beyaz devlet televizyonunda ordunun ülkede düzen ve istikrarı sağlamak kardeş kavgalarının önüne geçmek için yönetime el koyduğunun anons edildiği, tertiplenen oyunun son sahnesinin oynandığı ve perdenin alkışlar arasında kapandığı zamandı.
Çağdaşlaşma yolunda teknolojinin imkânlarından fazlasıyla yararlanıyor olsak da sosyal yaşamımızdaki ilkel ve vahşi görüntülerden asla uzaklaşamıyoruz.
İnsanları; doğruya, güzele, barışa, sevgiye, adalete yöneltmek için gönderilen Peygamberlerin, çile ve ıstırap dolu yaşam öykülerini tarih bizlere söylemektedir. Peygamberler silsilesinin en son halkası olarak: “Çöle inen nur” diye ifade edeceğimiz Efendimiz’in, meşakkatle dolu hayatını, onu tanımakla şereflenenler yakından bilmektedirler. Mekke’nin öksüzü olarak büyüdü, baba ocağından, vatanından sürgüne gitti, aç kaldı, taşlandı, hakir görüldü, evlat acısı tattı, bir beşerin çekebileceği tüm ıstırapları yaşadı. Dünyadan ayrılırken, tebliğ etmekle görevli olduğu dinin, temel felsefesi olan sevgi ve barış tohumlarını yeryüzüne ekerek aramızdan ayrıldı.
Zorlu kışı ve dadaşları ile tanınan Erzurum’un en önemli özelliği şüphesiz “milli refleks’ in ve milli heyecanın en yoğun hissedildiği şehir olmasıdır.
Küresel ısınma ve beraberinde getirdiği iklim değişikliği her yıl fark edilir şekilde kendini hissettiriyor.
İzafi bir kavram olarak tanımlanan ‘ Zaman ’, geçmişten günümüze insanoğlunun zihnini kurcalayan gizemli bir olgudur.
Erzurum’un halk bilgelerinden biri olan Hacı Bekir Topdağı çevresinde “Efe” lakabıyla tanınırdı.
Tarih; 24 Mayıs 1993!... Malatya’da eğitimlerini tamamlayan kınalı kuzular, dağıtım yerleri olan Bingöl’e gitmek üzere şoför ve muavinleri sivil olan özel otobüs firmaları ile yola çıkartılırlar.
Pazar günü yapılacak seçimlere az bir zaman kaldı. Demokrasinin vazgeçilmez aktörleri olan siyasi partiler yarışın son etabını tamamlamak üzereler. Yapılan propagandalar ve seçmeni etkileme stratejileri yoğun bir tempoyla artarken, siyasi üslubun etik çerçeveler dışına çıktığına şahit olmaktayız.
Seksen bir ilden kalkacak olan siyaset treni, Ankara’ya götürecek yolcularını almak için peronlarda yerlerini almış bulunmakta.
Elli bin insanımızın ölümüne ve yüz binden fazlasının yaralanmasına neden olan depremin yaralarını milletçe sarmanın gayreti içindeyiz.
Toplum olarak son yıllarda ciddi sıkıntılardan geçmekteyiz. Covid 19’’un yol açtığı yaraları sarmadan, ekonomik krizle birlikte deprem ve sel felaketiyle sarsılmış bulunmaktayız.
Dadaşlar diyarı Erzurum, 16 Şubat 1916 yılında Rus’lar tarafından işgal edilmiş “Kara Günler” olarak adlandırılan bu esaret günleri iki yıl sürmüş, 12 Mart 1918 yılında şehre giren Kazım Karabekir Paşa Komutasındaki şanlı ordumuzun, ay yıldızlı bayrağımızı bir daha inmemek üzere Erzurum semalarında dalgalandırmasıyla birlikte kara günler, acı hatıralarıyla birlikte şehrin hafızasında yerini almıştır.
Asrın en büyük felaketini yaşadığımız depremin üzerinden 23 gün geçmiş bulunmaktadır. 50 000 civarında vatandaşımızı kaybettiğimiz bu depremle birlikte gözyaşlarımızı içimize akıtıp, harabeye dönmüş illerimizde yaralarımızı sarmaya gayret edip, acılarımızı hafifletmeye çalışmaktayız.
Yüzyılın en büyük felâketlerinden birini yaşamaktayız. On ili vuran 7,7 şiddetindeki depremle birlikte millet olarak sarsıldık ve yıkıldık. Harabeye dönmüş şehirler, yakınlarını kaybedenlerin göklere yükselen feryatları, enkazların altında seslerini duyurmak için son nefeslerini tüketen çaresizler, acımasız iklim şartları, yangınlardan yükselen alevler, kesilen elektrik ve doğalgaz, her gün artan ölüm sayıları insanoğlunun acizliğini hatırlatırken bir yandan da güçlü bir devlet olgusunun vazgeçilmezliğini düşündürmektedir. Bu ağır tablonun ortaya çıkmasından sonra 85 milyonun bir anda tek yürek haline gelmesi, millet olma bilincinin Anadolu topraklarında kaybolmadığını ve o bilinci oluşturan kanalların hala, saf ve temiz kaynaklardan beslendiğini göstermektedir. Ülkenin dört bir tarafında, yediden yetmişe her ferdin sorumluluk yüklenmesi ve kardeşlerine yardım konusunda imkânları nispetinde olağan üstü bir fedakârlık sergilemesi dünya tarihinde eşine ender rastlanır erdemli bir davranış olarak hafızalara yer etmiştir. Haber kanallarında ve çevremizde izlediğimiz bu insani yaklaşım, depremde yaşanılanların verdiği acı ve gözyaşı karşısında yüreklerimize su serpti ve “Bu millet ile neler yapılmaz ki “ sözünü bir kez daha hatırlattı. Kurtarma ekiplerinin canları pahasına enkazların altında canlı bir vatandaşı kurtarmak için gösterdikleri olağan üstü gayret, hangi kelimelerle anlatılır bilinmez. Kurtarılan bir vatandaşa sarılıp onu bağırlarına basıp gözyaşlarına boğulmaları mayanın temizliğinin ne güzel bir ifadesidir. Yardım toplama merkezleri, vicdanlarının sesine kulak veren binlerce gönüllülerle doluydu. Herkes Hz. İbrahim’e ağzıyla su taşıyan karınca misali, kardeşlerine yardım etme yolundaki sadakatlerini vurgularcasına arı gibi çalışıyorlardı. Sahada dolaştıkça bu insani yaklaşımları daha yakından görüp, bu topraklarda Hoca Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş’ın, Yunus Emre’nin kültür pınarlarının kurumadığını ve bu pınarlardan beslenenlerin milyonlar olduğunu anlayabiliyorsunuz. Millet olarak ciddi bir travma yaşıyoruz. Elbette ki kaybettiğimiz canları geri getiremeyiz. Yıkılan şehirleri yeniden ayağa kaldıracak ve daha iyilerini yapacak güçte olduğumuzun farkındayız. Yaralarımızı tez zamanda sarmanın ve geleceğe ümitle bakmanın yolu birlikteliğimizi sağlayan o yüce ruhu taşımaktan ve kaybetmemekten geçmektedir. Bu bilincin beslendiği kanalların siyasetin ayrıştırıcı söylem ve çıkarlarıyla kirletilmesine asla izin vermeyerek birlikteliğimizi sonsuza dek sürdürebiliriz. Bu yaşananlardan yola çıkarak, ülkede huzura ve kardeşliğe giden yolun siyasi çekişmelerden değil Yüce Gönüllüler’in ittifakından geçtiğini rahatlıkça söyleyebiliriz. Selâm olsun bu ruhta ve bu bilinçte birleşenlere, Selâm olsun insan olmanın sorumluluğunu taşıyanlara…
Ülke olarak çok sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Bu olağanüstü durumdan birbirimizle dayanışma içinde olup depremden etkilenen kardeşlerimize maddi ve manevi destek vererek çıkabiliriz.
Taşıdığı fikirler yüzünden ömrünün en güzel 13 yılını hapishane köşelerinde geçiren ve çok sevdiği ülkesinde değeri bilinmeyen Nâzım Hikmet, Türkçe’nin en büyük şairlerinden biridir.
İnsanlar yaşadıkları coğrafyanın özelliklerini taşırmış. Biz, Erzurumlular kar diyarının çocuklarıyız.
Sosyal bir varlık olan insan, düşüncelerini paylaşacağı, fikirlerini özgürce tartışacağı, içini dökebileceği özetle; konuşabileceği ve nefes alacağı ortamlara ihtiyaç duymaktadır. Ülke genelinde kahvehaneler ve kıraathaneler bu fonksiyonu bir miktar yerine getirmiş olsalar da her türlü düşüncenin özgürce konuşulduğu ve hoşgörü içinde tartışıldığı ortamlar ne yazık ki şehirlerde pek fazla bulunmamaktadır.
Toplumda, barışın ve huzurun sağlanabilmesi, insanlar arasındaki sevgi, saygı, hoşgörü, vefa, paylaşma, dayanışma gibi değerlerin yaşanması ve sahiplenilmesiyle mümkündür.