Medeniyet tarihinin gelişmesinde, Yunan ve Roma diğer kültürlerle birlikte yaşamak yerine, onlardan uzak durmuştur. Kendisini başka medeniyetlerden üstün tutan, bütün medeniyetler gibi, onlar da tarihin derinliklerinde yok olup gitmişlerdir. Avrupa Yunan’dan ve Roma’dan daha hoşgörülü olmakla birlikte, İslam medeniyetinden ithal ettiği, ne varsa hepsini sürekli inkar etmiştir. Avrupa İslama olan borcunu kabul etmemiştir, ödemeye yanaşmamıştır.
Osmanlı Devleti'nin uzun ömürlü olması, kuruluş yıllarından son yıllarına kadar, eğitime önem vermesinden kaynaklanır. Osmanlı döneminde Bursa, Edirne ve İstanbul yanında, geleceğin sultanlarının sancak beyliği yaptığı Manisa, Kütahya ve Amasya Anadolu'nun eğitim ve kültür merkezleri olmuştur. Bütün Osmanlı şehirlerinin merkezinde çarşı, cami ve medrese vardır. Çarşının zenginliği ve caminin etkinliği, iki kurum arasında uyum ve düzeni sağlayan medreseye dayanır.
Ülkeler ürün, hizmet ve bilgi üretme güçlerine göre sıralanırlar. Elementlerin periyodik tablosu gibi, ülkelerin de bir periyodik tablosu vardır. Her ülke nüfusuyla, tarihiyle, coğrafyasıyla, diliyle, üniversiteleriyle, hastaneleriyle, kamu, özel ve gönüllü kuruluşlarıyla, ülkeler sıralamasında yerini alır. Ülkelerin ekonomik, siyasal ve kültürel başarıların kaynağında, nüfusları ve üretim güçleri vardır. Nüfusları büyük olan ülkelerin, üretim güçleri büyük olur.
Avrupa yirmi birinci yüzyılda, bir insan ömründe yaşanan, iki büyük savaşta, baştan sona, Berlin'iyle, Paris'iyle, Londra'sıyla yakılıp yıkılmıştır. Dünyada hiçbir kıta, elliden fazla bağımsız ülkeden oluşan, Avrupa kadar parçalanmamıştır. Avrupa parçalanmaya devam etmektedir. Ülkelerle dolu olan Avrupa, kültürlerle de doludur. Hıristiyanların, Müslümanların, Yahudilerin bir arada yaşadığı Avrupa, İbrahimi dinlerin vatanıdır. Dünyanın kültürü ve ekonomisi en zengin kıtasıdır.
Bütün ülkelerin yararlandığı dünya, uzaydan bakıldığında, denizleri, gölleri, nehirleri ve ovalarıyla, hayat dolu küçük bir küre olarak görülür. İnsanlığın ortak özvarlığı olan yeryüzü, bütün canlıların hayat kaynağıdır. Dünyada su, hava ve toprağın, altın ve gümüş gibi kıt olmamaları, onların bedelsiz doğal kaynaklar oldukları anlamına gelmez. Dünyadaki doğal kaynaklardan yararlanmanın, bütün insanlığa bir maliyeti vardır.
Ülkeler arasındaki, uzaklık ve yakınlık farkının önemini yitirdiği kare dünyada, Silikon Vadisi’nin tüketim ürünlerini, gösteriş tutkunu insanların gözlerini kamaştırıyor. Kısa ömürlü, modelleri durmadan değiştirilen teknolojik ürünler, hayatın ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarında, köklü dönüşümlere yol açıyor. Tüketicinin üretimi, üretimin tüketimi büyüttüğü ekonomik yapı ve kültürel dokuda, gösteriş tüketimi, büyük bir hız ve yoğunluk kazanan kazanıyor.
Zaman değerin, değer hayatın hazinesidir. Zaman insanın sürekli sınandığı, imtihan alanıdır. Değeri değersizlik olan insanın elinde, zaman değerini, hayat anlamını yitirir. Zaman değer kaynağı olduğu kadar, değersizlik kaynağı da olur. Değerin yalnızca fiziksel boyutunun, önem kazandığı bir dünyada, kültürel alan derinliğini yitirir. Kültürel alandaki yoksulluk, fiziksel alandaki zenginlikle giderilmeye çalışılır. Tüketim yarışı, değersizlik yarışına dönüşür.
Ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın her aşamasında, insanlar ceplerinde para taşırlar ve parayla iç içe yaşarlar. İnsanların hem ürettikleri, hem de tükettikleri her ürünün, her hizmetin ve her bilginin bir fiyatı vardır.
Bir roman, bir deneme, bir şiir, insanı yeryüzünden alır, gökyüzüne taşır. Güzel bir edebiyat ürünü, okuyucusunu içinde yaşanılan şiddet dünyasını unutturur, sevgi dünyasının kapılarını aralar.
Kültür ve ekonomi özel ve toplumsal hayatın, birbirinden bağımsız olmayan iki ana boyutudur. İki boyutun oluşturduğu alanda, insanın istekleri ile ihtiyaçları birbirleriyle hem yarışırlar hem de çatışırlar. İnsanın her isteği, bir yanıyla ihtiyaçtır. Her ihtiyacı da bir yanıyla istektir. Bir tüketim konusunun, ne oranda ihtiyaç ve ne oranda da istek olduğunu, ekonomiden daha çok kültür belirler.
Cumhuriyet döneminin Tek Parti yönetiminde, zengin tarihiyle bağları koparılan Anadolu insanı, gövdesi köklerinden koparılmış bir ağaç gibi, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatında beklenen gelişmeyi gösterememiştir. Tarihteki sürekliliğin ve bütünlüğün kesintiye uğraması, Türk toplumunun üretim gücünü baltalamış, Türkiye'' yi Avrupa'' nın en yoksul ülkesi konumuna düşürmüştür. Avrupa'ya yardım eden Türkiye, Avrupa'dan yardım alma konumuna düşmüştür.
Bütün insanlığın düşünce ve eylem birikimi tarihin havuzunda toplanır. Bu yüzden tarih, araştırma alanı ne olursa olsun, her bilimin dalının en büyük laboratuvarıdır. Bütün bilimler tarihin büyük kütüphanesinden yararlanır. Tarihi tekrar yazmasını ve tekrar yorumlamasını bilmeyenler, gelecek kuşaklara kalacak eserler bırakamazlar. Geçmişim derinliklerinden bakmadan, gelecekte yaşanacakları tahmin etmek mümkün değildir. Geleceği geçmişten bakanlar görürler.
Dünya tarihinin olguları, kuşaktan kuşağa değişmezler, ancak algıları kuşaktan kuşağa değişirler. Bunun için her kuşak insanlık tarihini yeniden yazmak ve yeniden yorumlamak zorundadır.
Siyasal toplumların sivil toplumlara, dönüşmekte olduğu bir dünyada, sivil kuruluşlar siyasal kuruluşlara, siyasal kuruluşlar sivil kuruluşlara özenmektedir. Her iki kesimin birbirinin yerine göz dikmesiyle, görev ve sorumluluklar birbirine karışmaktadır.
Atlantik’in nasıl Doğu ve Batı yakası, birbirine akraba ise, Akdeniz’in Güney ve Kuzey yakası da birbirine akrabadır. Dünyada kutsal ve seküler kültürleri, ayakta tutan değerlerin hepsi Akdeniz kaynaklıdır. Akdeniz’in Güneyi ile Kuzeyi arasında, kutsalla seküler kültürün hesaplaşması, geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edecektir. Ancak bu hesaplaşma, silahlarla yapılan bir hesaplaşma değil, güçlerini hiç yitirmeyen değerlerle yapılan bir hesaplaşma olacaktır.
Türkiye’nin Doğu ve Batı ile bütünleşme sürecinin, hız ve yoğunluk kazandığı bir dönemde, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin tarihi gelişimi, her iki din için de büyük önem taşımaktadır. Aynı kaynaklardan beslenen iki kültürün, birbiriyle karşılaşması, İslam’ın doğuş yıllarına kadar uzanır. O yıllardan bugüne, iki dünyanın birbiriyle savaştığı dönemler olduğu gibi, barış içinde birlikte yaşadığı dönemler de olmuştur.
İslam kültürü Avrupa''ya İspanya, Sicilya, Balkanlar ve Kafkaslar olmak üzere, dört ayrı yönden girmiştir. Kazan, Bahçesaray, Üsküp, Saraybosna, Mostar, Priştine, İşkodra, Palermo, Kurtuba ve Gırnata yüzyıllarca Avrupa''daki İslam kültürünün merkezleri olmuşlar. Müslümanlar 711 yılında Avrupa topraklarına ayak basmışlar. İslam Avrupa Rönesansının ana kaynağıdır. İslam'sız Avrupa, Avrupa'sız İslam, can damarlarını yitirerek, çok yoksullaşır.
İlk öğretimden yüksek öğretime kadar bütün eğitim kurumları, öğrenen öğretmenleri, öğreten öğrencileriyle, ülkelerin omurgasını oluştururlar. Eğitim öğrencilere bilgi kazandırma, kazanılan bilgiyi yararlı hale getirme sürecidir. Ömür boyu devam eden bu süreçte, yaşı ve işi ne olursa olsun, herkes hem öğreten öğretmen, hem de öğrenen öğrencidir. Öğrenme ve öğretmenin yeri ve zamanı yoktur. Dünyanın her yanında insanlar öğrenmesini öğrenmek zorundadırlar.
Şehirler medeniyetlerin, kültür merkezleri şehirlerin, çekim alanlarını oluştururlar. Şehirlerde medeniyetler sürekli okunan ve sürekli yorumlanan, yazılmamış kitaplara dönüşürler. Medeniyetler şehirleriyle, şehirler kültür merkezleriyle konuşurlar. Şehirler medeniyetlerin, kültür merkezleri şehirlerin vitrinleridir. Bunun için, yirmi birinci yüzyıl ülkelerden daha çok, şehirlerin yüzyılı olacaktır. Yitirilen Cennete açılan kapıları arayanlar, aradıklarını şehirlerde bulacaklardır.
Küçük bir yerleşim birimine çekilerek, dünyadaki gelişmelerden uzak durmanın, imkansız olduğu bir dönemde, gönül hazinelerinin zenginleştirilmesi, bütün insanlık için hayati önem taşımaktadır. Evlerin, caddelerin, mahallelerin birbirleriyle iletişim ve etkileşim içinde oldukları gibi, şehirler, ülkeler ve kıtalar da birbirleriyle iletişim ve etkileşim içindedirler. Artık şehirleri, ülkeleri, kıtaları siyasal sınırlarla birbirinden ayırmak ve silahlı güçlerle korumak mümkün değildir.