Avrupa’nın Roma’sı yanında, Asya’nın Roma’sı olarak kurulan, kültürlerin birlikte yaşadığı İstanbul, tarihinin her döneminde ekonomik ve kültürel önemini korumuştur. İki kıtayı, iki denizi birbiriyle buluşturan İstanbul, farklı kültürleriyle, farklı dilleriyle, farklı renkleriyle oluşmakta olan dünyanın, küresel etik değerleri yanında, yeni ekonomik ilkelerinin gelişmesine öncülük yapıyor. İstanbul etik değerleriyle Doğu’dur, ekonomik ilkeleriyle Batı’dır.
Necati Öner, Karl Jaspers’den esinlenerek Felsefeyi “Yolda olmak” olarak tanımlar. Yalnızca Felsefe değil, düşünce ve eylem boyutlarıyla, hayat da yolda olmaktır. Aşılmaz dağları aşarak, yitirilen Cennet'e giden yollar, dostlarla bulunur. İnsanlar arasındaki dostluklar, yollarda yeni boyutlar kazanır. Anadolu insanının kültüründe, elde olmayan soy kardeşliği değil, elde olan yol kardeşliği önemlidir.
Dünyada ister özel, ister kamu, ister sivil olsun, kurumların ve kuruluşların başta gelen ekonomik sorunu: Ellerindeki kaynakları doğru yolda, verimli olarak değerlendirmektir. Hayatın bir boyutunda üretim varsa, bir boyutunda tüketim vardır. Hayatın hiçbir alanında üretmeden tüketmek mümkün değildir. Ekonomi, hayatın yaşanır kılınmasında, üretimle tüketim arasındaki uyumun, düzenin ve dengenin sağlanmasıdır.
Milliyetçilik hareketlerinin doruk noktasına ulaştığı, Yirminci yüzyılda ülkelerin sınırları, bütün kuruluşların ellerini ve kollarını bağlayan, en önemli dinamik olmuştur. Yönetim dünyasının öncüleri, ekonomik ve kültürel üretimde, üstünlük sağlamanın, en geçerli yolunun, yerel kaynaklara dayanarak, dünyaya açılmak olduğunu düşünmüşlerdir. Her ülkeye kültürel alandan daha çok, ekonomik alana ağırlık vermesi önerilmiştir.
Birinci Sanayi Devriminden önceki yıllarda, insanlar teknolojiyi denetirken, sonraki yıllarda teknoloji insanları denetiyor. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında teknoloji, işleri ne olursa olsun, insanların bütün zamanlarına el koyuyor. Bu yüzden dünyanın her yanında, insanların zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için üretim değil, tüketimi sürekli artırmak için üretim önem kazanıyor. Sanayileşmenin hız ve yoğunluk kazanmasıyla, ihtiyaç üretme ayrı bir bilim dalına, ayrı bir üretim alanına dönüşmüştür.
Ekonomik, siyasal ve kültürel alandaki gelişmelerle, kültürler arasındaki yarışta, ülkelerden daha çok şehirler önem kazanmaktadır. Yüzyılların içinde oluşan, zamanın sınavından geçen şehirler, tarihin derinliklerinden seslenen eserleriyle, kültürlerin duvarsız ve kapısız üniversitelerine dönüşmüşlerdir. Şehirlerin sahip oldukları zenginlikleri, bütün boyutlarıyla kavramadan, rengine boyandıkları kültürün derinliklerine inmek mümkün değildir.
Bayram günleri paylaşma günleridir. Bayramlarda paylaşma doruk noktasına ulaşır. Bayramlarla kişisel mutluluklar, toplumsal mutluluklara dönüşür. Bayram günlerinde paylaşma kültürü zenginleşir, yeni boyutlar kazanır. Ve gökyüzü ile yeryüzü arasındaki "tozlu zaman perdesi" sonuna kadar açılır, gökyüzünü meleklerin kanat, yeryüzünü de insanların ayak sesleri doldurur. Dünyadan gidenlerle dünyada kalanlar, bayram sabahlarında camilerde buluşurlar.Bayram günleri paylaşma günleridir. Bayramlarda paylaşma doruk noktasına ulaşır. Bayramlarla kişisel mutluluklar, toplumsal mutluluklara dönüşür. Bayram günlerinde paylaşma kültürü zenginleşir, yeni boyutlar kazanır. Ve gökyüzü ile yeryüzü arasındaki "tozlu zaman perdesi" sonuna kadar açılır, gökyüzünü meleklerin kanat, yeryüzünü de insanların ayak sesleri doldurur. Dünyadan gidenlerle dünyada kalanlar, bayram sabahlarında camilerde buluşurlar.
Sanayi odaklı küre dünyanın demokratik dili gibi, bilgi odaklı kare dünyanın, kendine özgü bir demokratik dili vardır. Sanayi yüzyılından bilgi yüzyılına, demokrasinin dili hızla değişiyor. Küre dünyanın demokratik dilinde, pozitif kültürün kavramları öne çıkıyordu. Kare dünyanın demokratik dilinde, kutsal kültürün kavramları öne çıkacaktır.
Dünyanın bütün ülkelerinde girişimciler, geçmişten geleceğe bakarak düşünürler. Onların ekonomik ve kültürel sorumluluklarının başında, insanların üreten eller olmalarında, gelen günlerini geçen günlerinden daha güvenli ve daha güzel olmasına katkıda bulunmak gelir.
Doğu'dan Batı'ya dünyanın, orta kuşağını oluşturan İslam dünyası, yüzyılların içinde oluşan, dünyayı dönüştüren, kültürel zenginliğini, büyük ölçüde yitirmiştir. İslam dünyasının kültürel yoksulluğu, ekonomik ve siyasal alanlarda da etkilerini göstermiştir. Müslüman ülkeler dünyanın, en yoksulları olma yanında, en dayatmacı yönetimlerine sahipler. İslam dünyasında, savaşlar birbirini izliyor. Her alanda dehşet verici yıkımlar yaşanıyor.
Yüzyıllar içinde şehirlerin oluşumu ve gelişimi, ekonomik gelişmelerle birlikte, kültürel derinleşmelere dayanıyor. Bu yüzden dünyanın her yanında şehirler, bir yandan ekonomik zenginleşmenin, bir yandan kültürel derinleşmenin sürükleyici güçleri oluyor. Sanayileşmenin ortaya çıkardığı, bir örnek toplu üretime ve bir örnek toplu tüketime, paralel olarak büyüyen şehirler, Yirminci yüzyılda ekonomik, siyasal ve kültürel yapıda ortaya çıkan, en önemli dönüşümlerin başında geliyor. Şehirlerde tüketimin ve üretimin, yıldan yıla biraz daha büyümesiyle, kültürel doku ve ekonomik yapı, büyük değişikliklere uğruyor.
Dünya pazarlarına açılarak, yönetim yaklaşımlarında ve üretim yöntemlerinde, sürekli yenilik yapan kuruluşlar, ekonomik krizlerden çok etkilenmezler. Dünyadaki gelişmelere uyum sağlayan kuruluşlar, hayatın bütün boyutlarında, köklü dönüşümlerin öncüleri olurlar. Onların güçlü olduğu ülkelerin, ekonomileri güçlü olur. Onlar dünyadaki bütün kuruluşlara, birbirleriyle giderleri azaltmada, gelirleri çoğaltmada yarışma olmadan, hiçbir alanda gelişme olmayacağını gösterirler.
Dünyanın her ülkesinde en büyük, en başarılı üniversitelerin başında, kültürlerin oluşturduğu açık üniversiteler gelir. Bunun için insanlar, birbirlerinden öğrenmek, birbirlerine öğretmek için, bir arada yaşarlar. İnsanlar tek başlarına, varlıklarını sürdürmezler. Öğrenme evden başlayan, ömür boyu devam eden bir süreçtir. Öğrenmesini öğrenmeyenler, kendileriyle birlikte, çevrelerini de yoksullaştırırlar. Ekonomik, siyasal ve kültürel bütün sorunlar eğitimsizlikten kaynaklanır.
Girişimciler dünyaya en geniş açıdan bakan vizyonları, geçmişten geleceğe uzanan misyonları, ekonominin bütün alanlarını dönüştüren kuruluşlarıyla, kendi ülkeleriyle birlikte, bütün ülkeleri dönüştürmenin, yolunu gösteren kutup yıldızlarıdır. Ürün, hizmet ve bilgi üretmenin, büyük bir hız ve yoğunluk kazandığı dünyanın, yeni akıncıları girişimcilerdir. Onlar gönüllerini kazanmayı bildikleri insan kaynaklarıyla, bilinen doğal kaynaklardan, bilinmeyen ürünler ortaya çıkarırlar.
İnsanlık tarihinde yüzyılların içinde oluşan sınırsız zenginliklerin, düşünce ve eylem hazinelerini, toplumun bütün kesimleriyle paylaşmak için, Necip Fazıl gibi güzel insanlar, edebiyatın her alanında, kalıcı izler bırakan güzel eserler vermişlerdir. Onlar gerçeğin edebiyatının güzel, güzelin edebiyatını gerçek olduğunu, düşünceleriyle ve eylemleriyle bütün dünyaya göstermişlerdir. Ve gerçeğin edebiyatını aramışlar, gerçek edebiyatın mimarı olmuşlar.
İnsanlığın barış içinde, savaşsız bir dünya özlemi, Yirmi ikinci yüzyıla kalmıştır. Irak'ta, Afganistan'da, Suriye'de, Yemen'de, Somali'de, Filistin'de ve Sudan'da Ramazan ayı da, iç savaşların hızını kesmesine yetmiyor. Her ülkede iktidar yarışları, kanlı iç savaşlara dönüşerek devam ediyor. İktidar savaşlarında her gün bütün insanlık yüzlerce defa öldürülüyor. Müslüman dünyanın devletler üstü kuruluşlarının gücü, kanlı iç savaşları durdurmada yetersiz kalıyor.
İster ekonomik, ister siyasal, isterse de kültürel olsun, hayatın her alanında savurganlık gösterişten, derinlik yalınlıktan kaynaklanır. Tüketimde gösteriş savurganlığı, üretimde yalınlık tasarrufu özendirir. Hayatın hangi alanında olursa olsun, açgözlülük savurganlığın, tokgözlülük yalınlığın kapılarını sonuna kadar açar. Tokgözlü toplumlar, gösteriş harcamalarından kaçınırken, açgözlüler gösteriş harcamalarında yarışırlar.
Son yüzyıllarda Batı dünyasında seküler kültür, kutsal kültürün yerini almıştır. İki yüzyıl boyunca, bütün dünyada sekülerleşme rüzgarları estirilmiştir, estirilmeye devam edilmektedir. Seküler kültürün para ticaretine dayanan, faiz odaklı, paradan para kazanma yöntemleri, New York'un Wall Street'tinden, bulaşıcı bir hastalık gibi, bütün dünyaya yayılmıştır. İrlanda'dan İzlanda'ya, Singapur'dan Dubai'ye kadar, büyük küçük bütün ülkelerin şehirleri, küresel bankalar tarafından baştan sona işgal edilmiştir.
Dünyanın geleceğini, yönetenler ile yönetilenler arasındaki uyumsuzlukları, giderme yolunda yorulma bilmez bir güç, hiç yitirilmeyen bir coşkuyla, düşünce üreten aydınları belirleyecektir. Onların çevrelerini dönüştürücü güçleri, bilgilerinin derinliği yanında, gönüllerinin zenginliğinden kaynaklanır. Onlar hem düşünce, hem eylem, hem tavır, hem de davranış ustasıdırlar. Onların kitapları, makaleleri, konuşmaları ve duruşları, her zaman köklü dönüşümlerin tetikleyicisi olmuştur.
Farabi güncelliğini hiç yitirmeyen eserleriyle, bin yıl öncesinde yaşamış olmasına rağmen, düşünce tarihi içinde kendisine vazgeçilmez bir yer açar. Hint’ten Babil’e, Babil’den Mısır’a, Mısır’dan Yunan’a, Yunan’dan Roma’ya, Roma’dan İslam’a, İslam’dan Avrupa’ya, Avrupa'dan Amerika'ya, Amerika'dan Çin'e elden ele dolaşan, düşüncenin yere hiç düşmeyen meşalesi, iklimden iklime geçiyor. Meşale geçtiği ülkelere dönüştürücü güç kazandıra kazandıra tarih içindeki gizemli yolculuğuna devam ediyor.