Dünyada Habil’den ve Kabil’den beri, insanlar yönetim sorunlarıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Üç ve daha fazla insanın olduğu her yerde, yönetim ve yönetici seçme sorunları olur. Ülkelerin, kurumların ve kuruluşların yönetiminde, Otokratik ya da Demokratik yöntemlere başvurulur. Otokratik yönetimlerde kurucular, Demokratik yönetimlerde kurallar ağırlık kazanır. Kurumsallaşan yapıların yönetiminde, değerler belirleyici olurlar.
Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, korku yönetimleri güçlerini savaşlarla korumaya çalışırlar. Yirminci yüzyılın ırkçı devletleri gibi, sözde demokratik olan yönetimler, savaşlarla güçlerini korumaya önem verirler. Onlar hem ülke içinde hem ülke dışında uzlaşmacı olmaktan önce, çatışmacı olmaya özen gösterirler. Onların çevrelerinde bahar rüzgarları değil kış rüzgarları eser, başarıları silahsız güçlerinden daha çok silahlı güçlerine dayanır.
Güçlü ekonomik, siyasal ve kültürel atılımlar yapmada, geçmiş yılların paradigmaları, gelecek yılların sorunları olurlar. Thomas Kuhn’nın “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” kitabıyla, gündeme gelen ve benimsenen paradigma kavramı, en geniş tanımıyla yaklaşım, bakış ve görüş anlamına gelir. Her dönemin kendine özgü bir paradigması olur. Geçmişte oluşmaları yıllar alan paradigmalar, son dönemde daha hızlı, neredeyse yıldan yıla değişiyor.
Dünyanın bütün ülkelerinde, savaş ve barış, özgürlük ve eşitlik, geniş kapsamlı düşünen aydınların yaptıkları, tartışmaların ana konularını oluştururlar. Özgürlüklerin alanını daraltan otokratik yönetimlerde, barışın güvercinlerinden daha çok, savaşın şahinleri güç kazanırlar. Ülkelerde otokratik yönetimler çatışmaları, demokratik yönetimler uzlaşmaları büyüterek, ömürlerini uzatmaya çalışırlar. Biri savaşa önem verirken, biri barışa önem verir.
Doğu’dan Batı’ya bütün ülkelerdeki krizler, ömür boyu yönetimde kalmak isteyen, seçimlerle değişmeyen liderlerden kaynaklanır. Oysa küresel krizler bütün ülkeleri, yönetimde ve üretimde, yenilik yapmaya zorluyor. Demokratik kurumlarla ve küresel kurallarla, yönetenlerin güçlerini azaltmadan, yönetilenlerin güçlerini artırmadan, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunların, üstesinden gelmek giderek zorlaşıyor.
Dünyadaki ülkelerin içlerinde ve aralarında yapılan savaşlar, Yirminci yüzyılda olduğu gibi, Yirmi birinci yüzyılda bütün hızıyla devam ediyor. Amerika’nın Vietnam’da Rusya’nın Afganistan’da başlattığı savaşlar, Asya’dan Avrupa’ya taşınarak, Bosna, Kosova derken Ukrayna’yı da yakıp yıkıyor. Bu yüzden Gazali’den Bertrant Russell’a kadar, Doğu’lu ve Batı’lı çok sayıda düşünür, savaşların güç kazanma yarışından, kaynaklandığını vurgulamaya önem verirler.
Ahilik Anadolu insanının yüzyıllar önce, kaliteli ürün ve hizmet üretmeyi teşvik etmek amacıyla, üreticilerin kurup geliştirdiği bir kurumdur. Ahiler hayat ve güç kaynağı şehirlerde, değişik alanlarda üretimi geliştirmek için, üreticiler arasında dayanışmaya ve yardımlaşmayı sağlayan öncülerdir. Onlar üreticiyle birlikte, tüketicinin haklarını koruyan, iyilikleri özendiren, kötülükleri önleyen, dönemlerinin başarılı sivil toplum kuruluşlarıdır.Ahilik Anadolu insanının yüzyıllar önce, kaliteli ürün ve hizmet üretmeyi teşvik etmek amacıyla, üreticilerin kurup geliştirdiği bir kurumdur. Ahiler hayat ve güç kaynağı şehirlerde, değişik alanlarda üretimi geliştirmek için, üreticiler arasında dayanışmaya ve yardımlaşmayı sağlayan öncülerdir. Onlar üreticiyle birlikte, tüketicinin haklarını koruyan, iyilikleri özendiren, kötülükleri önleyen, dönemlerinin başarılı sivil toplum kuruluşlarıdır.
Dünyada bütün ülkelerde boyutları kestirilemeyen, bir ekonomik ve bir kültürel dönüşüm yaşanmaktadır. Ticaret kültürüyle yoğurulan Müslümanlar, İslam'ın çalkantılı yıllarında olduğu gibi, yeniden dünyanın dört bir yanına dağılarak, bütün ülkelerde geçmiş yüzyıllarda görülmeyen, bir canlılığa yol açıyorlar. Onlar her zaman, Thomas Jefferson gibi,” Tüccarların vatanı yoktur” demişlerdir. Yirmi birinci yüzyılda dünya, İslam'ın ilk yıllarının dürüstlük anıtı Müslümanları bekliyor.
Yirmi birinci yüzyıldaki, ekonomik ve kültürel değişmeler, bütün kuruluşları geleceğe dönük, stratejiler geliştirmeye zorlamaktadır. Çünkü hiçbir alanda gelecek, geçmişin tekrarı olmayacaktır. Carl Clausewitz göre strateji: ”Savaş planı hazırlamak, operasyonları plan doğrultusunda uygulamak ve operasyonlarda çatışma sınırlarını belirlemektir.” Kuruluşlar da geçmiş yıllardaki, birikimlerinden yararlanarak, bugünden geleceklerini planlamak ve belirledikleri hedeflere ulaşmak zorundadırlar.
Bir ülkenin ürün, hizmet ve bilgi üretim gücünün büyütülmesinde, kar amacı güden ya da gütmeyen bütün kuruluşların, vazgeçilmez bir yerleri vardır. Kuruluşları güçlü olmayan toplumların, ekonomilerinin güçlü olması mümkün değildir. Su kaynaklarından yoksun, toprakların çoraklaşması gibi, kuruluşlardan yoksun ekonomiler, üretim güçlerini yitirerek yoksullaşırlar. Bu yüzden son yüzyıllarda, özel ya da kamu bütün kuruluşlar, toplumların can damarları olmuşlardır.
Dünyanın bütün ülkelerinde, aileler tüketimin, kuruluşlar üretimin odak noktasında yer alırlar. Aileler ve kuruluşlar, ülkelerin kültürel dokusuyla birlikte, ekonomik yapısını dönüştüren iki ana güç kaynağıdır. Üretim ve yönetim, kültür ve ekonomi gibi, aile ve kuruluş da birbirleriyle, iletişim ve etkileşim içinde, yeni zenginlikler kazanır. Üretim gücünün zenginliği ve sürükleyiciliği, hayatın değişik alanlarında, ailelerle kuruluşların el ele vermelerine bağlıdır.
Dünyada kuruluşlar ne üretirlerse üretsinler, başta gelen sorumlulukları, kaynaklarını en verimli olarak değerlendirmektir. Kuruluşların uzun ömürlü olmaları, ekonomik, siyasal ve kültürel çevredeki değişmelere uyum sağlamaları, önceden hazırlandıkları planlara bağlıdır. Kuruluşlar geleceklerini, aksatmadan yaptıkları planlarla güvence altına alırlar. Sürekli güncellenen planlarla, kendilerini yenilemeyen kuruluşlar, uzun dönemde varlıklarını koruyamazlar.
Özgünlük yağmurlu günlerdeki şimşek gibi, insanların zihinlerinde bir düşünce olarak doğar ve uygulanma kanalı bulursa, bütün dünyayı aydınlatır. Özgünlüğün doğurduğu güçten yararlanmak için, farklılıkların korunarak desteklenmesi gerekir. Demokratik katılımın özendirildiği, açık toplumlarda özgün düşünceler, hiçbir dirençle karşılaşmazlar. Bu yüzden farklılıkların korunduğu, özgürlüklerin önemsendiği kuruluşlarda, büyük değişimlere yol açacak atılımlar yapılır.
Üç kıtada geniş bir alana yayılan, Osmanlı coğrafyasındaki savaşlar, dünya barışının güvencesinin ordulardan önce, adil yönetimlerin olduğunu gösteriyor. Yirmi birinci yüzyılda, savaş dünyasının yerine, barış dünyasının geçmesi, ülkeleri orduların değil, adil yönetimlerin ayakta tuttuğunu, bütün dünyanın gündemine taşımıştır. Duvarların yıkıldığı dünyada, devletlerin savaştan daha çok, barışa yatırım yapmaları önem kazanıyor.
Hayatın her alanında tüketilenlerin, mutlaka ödenmeleri gereken, bir fiyatları vardır. Ekonomik alanda hiçbir ürün, üretilmeden tüketilmez. Dünyada üretmeden tüketenler, ya babalarından kalan mirastan, ya da çocuklarından aldıkları ödünçten harcamalarını karşılarlar. Bunun için bütün kültürlerde, alın teri, göz nuru ve el emeği, ekonomik ve kültürel hayatın, en değerli ve en önemli kaynağı kabul edilir. Hiç kimse onlardan daha değerli, bir sermayeye sahip değildir.
Dünyada insanlar olmadan tüketim, tüketim olmadan insanlar olmaz. Tüketimin hayatın karmaşıklaşmasında olduğu kadar, yalınlaştırılmasında da vazgeçilmez bir yeri vardır. Tüketim yüklendiği işlevlerle, bütün alanlarıyla hayatı, hem kolaylaştırır hem zorlaştırır. Her toplumun kendine özgü, bir tüketim ve bir yaşama kültürü vardır. Kutsal kaynaklardan beslenen kültürlerde, insanlar yaşamak için tüketirler. Ölüm sonrasına inanmayan seküler kültürlerde, insanlar tüketmek için yaşarlar.
İnsanların üretme güçlerinin bir sınırı olmasına karşılık, tüketme isteklerinin bir sınırı yoktur. Tarihin her döneminde, dünyanın kaynakları insanların karınları doyurmuş, ancak gözlerini hiçbir zaman doyuramamıştır. Bu yüzden insanların gözleri, hep ayda ve yıldızlarda olmuştur. İnsanlar doğaları gereği, bir dünya dolusu altınları olsa, hiç düşünmeden ikinci bir dünya dolusu altın isterler. İnsanların doyma bilmez gözlerini, topraktan başka doyuracak altın bulunamamıştır.
Dünyada insanlığın kültürel, siyasal ve ekonomik düşüncesinin ana kaynağı, hayatı bütün boyutlarıyla kuşatan kutsal kitaplardır. İnsanlığın düşünce ve eylem dünyasının, derinlik ve zenginlik kazanmasında, kutsal kitaplara dayanan kültürün vazgeçilmez bir yeri vardır. Tarihin her döneminde, toplumları ekonomilerinden önce, kültürleri ayakta tutmuştur. Toplumun bütün kesimleri için, hayatı katlanılır kılan, ekonomiden önce kültürdür.
İnsanların algıladıkları dünya, içeriden görülen dünyadan daha çok, dışarıdan görülen dünyadır. Bu yüzden hayatı, dış dünyasından önce, iç dünyasıyla değerlendirenler, olumlu düşünmesini daha iyi bilirler. Olumlu düşünenler, sorunlar ne kadar güç olurlarsa olsunlar, onların üstesinden gelecek çözüm yollarını bulurlar. Olumsuz düşünenler ise, sorunlar ne kadar kolay olurlarsa olsunlar, onların çözümlerinde bir engel görürler.
İstanbul’un koruyucusu Eyüp Sultan, Ankara’nın Hacı Bayram’dır. İslam dünyasında her şehirin bir koruyucusu vardır. Onlar şehirleri korumasalar, güvenlik görevlileri boşuna uykusuz kalırlar. Bosna’da Köprü Mostar’ı, Köprüyü de Bilagay dergahı korumuştur. Mostar’a gidenler Bilagay Dergahını görmeden gelmezler. Mostarlılar için haftada bir kere de olsa, Sarı Saltuk’u ziyaret etmek, selam vermek, hayatlarının bir parçası olmuştur. İstanbul’un koruyucusu Eyüp Sultan, Ankara’nın Hacı Bayram’dır. İslam dünyasında her şehirin bir koruyucusu vardır. Onlar şehirleri korumasalar, güvenlik görevlileri boşuna uykusuz kalırlar. Bosna’da Köprü Mostar’ı, Köprüyü de Bilagay dergahı korumuştur. Mostar’a gidenler Bilagay Dergahını görmeden gelmezler. Mostarlılar için haftada bir kere de olsa, Sarı Saltuk’u ziyaret etmek, selam vermek, hayatlarının bir parçası olmuştur.