Rahmetli Ahmet Kabaklı 'yı mutlaka bilenlerimiz ve hatırlayanlarımız var. Ancak yeni nesillerin bildiğini pek zannetmiyorum. Kendisine "Şeyhülmuharririn" ünvanı da verilmiş bir insandı. Şimdi çok kişi nedir bu şeyhülmuharririn diye sorabilir. Yazarlığın zirvesindeki kişilere verilen ünvan, yazarların üstadı yani bilge yazar demektir ve biz böyle bir üstadı yeni nesillere gerektiğince anlatamadık diye düşünüyorum.
Bu başlık ve yazının konusu bir intihaldir. Yani bana ait değildir. Bir dostumla Türkiye'nin ahvalini konuşurken, o da bana bunu kendi bulduğu tanımla “Maraş Sendromu” yaşıyoruz diyerek izah etti ve tepkilerden çekinmese bunu bir akademik çalışma olarak yayınlamak istediğini söyledi. Biliyorsunuz bir de “Stockholm Sendromu” var!
Bu satırları okumaya başlarken, size yoz yobaz fikirler arz edeceğimi zannetmeyin. Ya da kadına dinin verdiği önemi de anlatacak değilim.
Teşbihte hata olmaz derler. Bu ülkenin insanlarına öyle bir semer vurulmuştur ki; yüzyıllardır çok ağır yükleri taşımak zorunda kalmıştır. Halende bu durum acımasızca sürmektedir.
Ülkemizin sıralamaya kalksak binlerce sorunu var. Bu bizim ölçeğimizde bir ülke ve binlerce yıllık tarihi olan bir devlet için çok olağan. Ancak bu sorunların zaman içinde çözülerek azaltılması gerekir.
İnsan hayatının; ekonomisini, eğitimini, kültürünü, inanç sistemini, mutluluğunu, huzurunu, güvenliğini, hak ve hukukunu, mülkiyetin korunup korunmayacağını siyaset belirler.
Türk Milleti, diğer insanlarla birlikte yeni bir yıla girdi. Gelecekte bizi neler bekliyor, üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Nereden biliyoruz derseniz, geçmişte yaşadıklarımız önümüzü aydınlatıyor da, ondan!
Aralık (2018) ayının başında 10 günlük bir Almanya seyahati gerçekleştirdim. Amacım güneyde Münih'ten başlayarak kuzeye Hamburg'a kadar çıkıp oradan geri dönmekti.
"Türk Milletine mensubum diyen her insanımız bilmelidir ki; günümüzde başta TBMM olmak üzere birçok kurum ve kuruluşta milli irade vücut bulmamaktadır.(2011)" Nihayet Mustafa Muğlalı Paşa'nın adı, Van'daki askeri kışladan kaldırıldı.
“Trump’a hatırlatmalar” Türk Milleti, bir kez daha emperyalistlerin saldırısına uğradı. Yani uzun yıllardır aba altından sopa göstermek marifeti ile yürütülen savaş bugünlerde, gün yüzüne çıktı.
Yiğit, güzel ve dost canlısı insan, sofrasına oturup yemeğini yediğim insan Mahir Ağbiyi kaybettik.
Yakın Türk tarihinde bilmemiz ve hesaplaşmamız gereken olaylar var. Bunlardan biri de 13 Kasım 1918'de başlayan ve 6 Ekim 1923'de Türk Ordusunun girişi ile sona eren İstanbul'un işgalidir.
Bugün 5 Nisan Avukatlar Günü... Ben de biraz kendimi avukat olarak görüyorum. O nedenle sabahın erken saatlerinden bu yana telefonuma mesajlar gelip duruyor.
Ben uzun zamandır hepinizin merak ettiği Patagonya’da yaşıyorum. Hani bazen konuşurken “oğlum sen Patagonya'da mı, yaşıyorsun?” diye denilen yerde!
Demokrasi “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi”dir.
Türk Milletinin doğu da batı da, güney de kuzey de yüzyıllardır yaşadıklarına bakıp ve halen bunlardan bir ders çıkarmadan yaşamanın dayanılmaz ağırlığı içindeyim.
Türk Milleti diğer insanlarla birlikte yeni bir yıla girdi. Gelecekte bizi neler bekliyor, üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Nereden biliyoruz derseniz, geçmişte yaşadıklarımız önümüzü aydınlatıyor da, ondan!
Hayatta hiç bir şeyin tesadüf olmadığına inananlardanım. Bu sebeple etrafıma “ne olup gidiyor” diye hep dikkatli bakarım.
Siyasetin en sevdiğim yanı bu vesile ile Türkiye'yi gezmek ve insanlarımızla tanış olmaktır. Son yaptığımız Mardin ve devamında gittiğimiz Midyat, Ömerli, Gercüş ve Hasankeyf seyahatinde de, bu böyle oldu.
Yunanistan'la komşuluk ilişkilerimiz çok iyi durumda. Hatta o kadar iyi ki; Yunanistan Ege'deki Türk Adalarını sorgusuz sualsiz işgal edip yerleşiyor, kiliseler inşa ediyor, askeri birlikler konuşlandırıyor buna karşılık ise bizim kılımız bile kımıldamıyor. İşte komşu dediğin bizim gibi olur.