Hıristiyan dünyası, dünya tarihinde sistemli ve sürekli soykırımın ilk ve sonu gelmeyen aktörleri olmuştur. Haçlı seferleri, Hıristiyanlığın müesseseleşmesinin tarihi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Fakat Haçlı seferleri tarihin tozlu sayfalarında kalmış değildir.
Şair akıl kalemini batırır kalp hokkasına allar kelimeleri. Gönülde demler sözü, muhabbetle süzer, kâğıdın teline serer. Şeyh Galib, kimliğini kalemiyle yazar; “Şair demek ehl-i dil demektir” ve “Şairliğe suz-i derd lâzım” dır.
Gerek Battalgazi gerekse Saltık Baba, yaşadıkları hayat ve olağanüstü mücadeleleriyle çağlar boyunca anlatılan ve hayranlıkla dinlenen hakikatli destanların kahramanları olmuşlardır.
Kimlik bir süreç olarak, bir anlatı olarak ve bir söylem olarak daima Öteki’nin konumundan anlatılır (Hall, 1998: 72). Öteki olmaksızın kimliğin de teşekkül etmeyeceğinden dem vurulur. Böylelikle kimliğin oluşumundan ziyade nasıl “belirlendiği” üzerinde durulur.
Adalet bütün Türk devletlerinin yönetim felsefelerinin merkezinde yer alan bir ilke olmuştur. Gerek İslâm öncesi gerekse İslâm sonrası kurulan devletlerde, sadece devletin değil dünyanın adalet üzere döndüğü düşüncesi hâkim olmuştur.
Her ne kadar imanı sınıflandırmak zor ise de, aşk imanının “insan niçin iman eder?” sorusuna verilen cevaplardan sadece birisi olduğunu ifade edebiliriz. Bu soruya farklı cevaplar bulmak mümkündür. Zira insanlar korktukları için iman edebilmektedirler.
Hem Battalgazi’nin hem de Saltık Baba’nın gerek ilimle gerekse kılıçla sürdürdükleri mücadelede müracaat ettikleri aslî kaynak, ilmin kapısı ve Zülfikâr’ın sahibi Hz. Ali’dir. İlim için o kapıdan girilir; kılıç elde yol, O’nun şehrinde yürünür.
Sarı Saltık, dedesi Seyyid Battal Gazi’den geleneğin “ilim” ve “gaza” olmak üzere iki mirasını devralmıştır. Birincisi manevi mirastır ki bu ilimdir. İlim, ilahlarla mücadelenin en büyük silahıdır.
Türk geleneğinde rüya, gelecek için yol gösteren bir rehber ve ülkünün müjdeleyicisidir. Destanlarımızda ülkü, evvela rüyada görülür; sonra da hakikate dönüşür. Davasını uykusunda bile devam ettiren bir anlayış söz konusudur.
Anadolu’nun Türkleşmesi, Türk vatanı haline gelmesi olayı, sosyoloji bakımından üzerinden çeşitli kavimlerin, insan topluluklarının gelip geçtiği, uzun ya da kısa tarihî zaman parçaları içinde egemenlik kurdukları bir toprak parçasına, iyi bir tesadüfle daha uzun süreli bir devlet kurmayı başarabilmiş bir toplumun hasbelkader gelmesi anlayışı ile açıklanamaz.
Destan, içinde abartılı sunum ve tasvirler bulunmakla birlikte gerçekler üzerine inşa edilmiş, hatıraların nesilden nesle hatırlı aktarımlarıdır.
Mazi-hâl-istikbâl sürecinde halde yaşarken bir elimizle maziye bağlanır, diğer elimizle de istikbâle uzanırız.
Şehir kaç tepe? Yedi, üç, bir, her biri bedesten. Kapıda karşılayan doymak bilmez bezirgân. Pazarda satılan ise bizatihi insan.