Yaşanılan mekân ölümsüzlük yanılsaması yaratabilmektedir. Açlığın, sefaletin, salgın hastalıkların, savaş ve terörün her gün onlarca cana mal olduğu bir mahalde yaşamakla güvenliğin zirve yaptığı bir yerde yaşamak arasında hayatî fark vardır.
Eyvâh!.. Ne yer ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede geldi ezelden. (Abdülhak Hamit Tarhan)
Hafıza mekanları, geçmişin şahitleri vasıtasıyla, toplumsal hafızanın kişisel hafızaya nakledilmesini sağlar. Mekânın tarihi ya da mekâna atfedilen geçmiş, bireyin kendisine ilişkin kavrayışının zeminini oluşturur.
Nice arı, en nadide çiçeklerin özünü içine çekip gönlünde bala kalbeyledi. Kimler döktü içini de petek petek lisan eyledi: Yesi’de Pir, hikmet söyleyip, dilimizi dinimizle birledi.
Sömürgecilik en basit ifadesiyle iktisadî kaynaklara el koyma çabasıdır. Daha geniş ifadesiyle de iktisadî, psikolojik, biyolojik, dinî ve kültürel sahalara yönelik kabul edilemez uygulamalardır.
Hafıza mekanları, geçmişin şahitleri vasıtasıyla, toplumsal hafızanın kişisel hafızaya nakledilmesini sağlar. Mekânın tarihi ya da mekâna atfedilen geçmiş, bireyin kendisine ilişkin kavrayışının zeminini oluşturur.
Kızılelmayı açıklayabilmek için önce renkten başlamamız gerekiyor. Kızılelmada bir kutsiyet var ve bu kutsiyet al renginden başlıyor. Al renge kızıl renge eski Türk’lerden itibaren bir kutsallık atfederiz biz.
Şehir kaç tepe? Yedi, üç, bir, her biri bedesten. Kapıda karşılayan doymak bilmez bezirgân. Pazarda satılan ise bizatihi insan.
Rahmanın nefesi duyulur, harfler kelimelere, kelimeler sözlere dökülünce. Sırra vakıf olan derdini bir kamışa söyler; ney olup iniler kamış, kesilince. Makam üstüne makam üflenir; yardan yaralanıp derman dilenince.
Milletlerin hayatında bazı dönüm noktaları vardır. Bu noktalardan en önemlileri ise var olma mücadeleleri olarak ortaya çıkmaktadır. Milletin yok edilme ile yüz yüze geldiği anlarda yapmış olduğu mücadele ve bunların sonuçları, gelecek nesiller için ibret ve örneklerle doludur.
Geçen asra, kitle iletişimi ve buradan gelen yoğun mesajlar damgasını vurdu. Yazılı, sözlü, görüntülü araçlarla mesajlar aynı anda milyonlara iletildi.
Hemen her şeyin tüketilmek amacıyla üretildiği bir çağda yaşıyoruz. Hayatın her anı geçicilikle dolu, ya da esasında boş. Moda, kavram olarak artık sadece geçiciliği anlatır hâle gelmiştir. Dolayısıyla geleneğin özü olan kalıcılık artık ortadan kalkmaktadır.
İnsan davranışlarının ortaya çıkmasında bazı faktörler önemli role sahiptir. Bunlar arasında geçmiş hayat ve bunun ferdin zihninde bıraktığı iz önemlidir. Aynı şey devlet ve millet hayatları için de geçerlidir.
Milleti nisyan ederek her işimizde Efkâr-I frenge tabaiyyet yeni çıktı. Ziya Paşa
Divanü Lûgati’t-Türk’de töre evin en önemli yeri ve sediri olarak ifade edilirken, kavram asıl mânâsı ile “törü” şeklinde geçmekte olup, görenek ve âdet olarak açıklanmıştır.
Anadolu'nun kargaşa ortamında, birlik ve bütünlüğün sağlanması hususunda Hünkâr'ın engin gayretlerini görmekteyiz. Hemen hemen aynı dönemde yaşayan Mevlâna ve Yunus Emre gibi Hünkâr da Türk-İslâm birliğinin harcına aşk suyunu katmıştır.
“Kimin nesi, kimin fesi!”. Bu ifade ile kimliğimizin yalnızca kendimizle değil, ‘bağ’ımızla ilişkisi çerçevesinde tanındığı ya da tanımlandığı izhar edilmektedir. Kişinin kendisi yani “kim” olduğu değil, “kimin kimsesi” olması önem arzeder
Milliyetçilik, yirminci yüzyılın en büyük siyasî gerçeğidir. Türkiye de bu gerçeğin odak noktalarındandır. Öyle ki Türkiye'nin Osmanlı'nın son, cumhuriyetin ise ilk yıllarındaki durumu, milliyetçiliğin, devletin bir siyasî görüşü olmasını âdeta zorunlu kılmıştır.
Bütün bu katliamlarda Hıristiyanlık da bir araç olarak kullanılmıştır. Resmî Hıristiyanlığın getirdiği istilâ, katliam ve yeni kölelik için manevî bahane vazifesi gören tanrı, kan dökücü bir puttu.