Araç yapan varlık olarak insan, uzun zamandır konuşma, yazma ya da medyada duyu organlarından birini önceleyerek bu yönünü geliştirmekle uğraşmıştır.
Cinsiyet doğuştan getirdiğimiz özelliklerden bir tanesidir. Kendine benzeyen varlıklar dünyaya getirebilmek açısından da değiştirilemeyen bir niteliğe sahiptir.
Öncelikle burada ifade edilenlerin şahıslardan değil, imajlardan hareketle ele alındığını ve kendisi ile ilgilenmenin dışına taşan ve kadını bir imaj, bir görüntü haline getiren makyajın kastedildiğini belirtmek isterim
Gözün hâkimiyetinin yaşandığı, görmenin saltanat sürdüğü imaj çağında yaşadığımız birçok vesileyle dile getirilir. İmaj, yeniden üretilmiş görünüm olduğuna göre nesnesinden, zamanından ve mekânından uzaklaştırılmış farklı, yeni ve yeniden görme biçimlerini yansıtır.
Dünyanın büyüsünü bozma gayreti de yedeğine verilen bilim anlayışı, İlahî hakikate denk bir bilginin kazanılmasının mümkün olacağı öngörüsü ve isteği taşımış; bu görevi de matematiğe yüklemiştir. Aslında bu anlayış çok da yeni değildir.
Modern kelimesi, eskiden yeniye geçişi ifade etmek üzere, daha 5. yüzyılda Hıristiyanlığı Romalı ve Pagan geçmişinden ayırmak için kullanılmıştır.
Küreselleşme, çok bahsedilen bir kavram olduğu gibi, hakkında çok soru sorulan da bir konudur.
Frankfurt Okulu mensuplarından olan Adorno’nun popüler kültür eleştirilerinden pop müzik de tabiatıyla nasibine düşeni almıştır. Ona göre müzik yaklaşımı açısından pop müzik popüler kültürün ruhuna uygun olarak standartlaştırılmış, böylece genel olandan en özel olanlara genişleme temayülü göstermiştir.
İnsanların mekânda yer değiştirmeleri sadece güncel bir hadise değildir. Ancak günümüzdeki hareketliliği geçmişten ayıran farklılıklar da söz konusudur.
İnsanlık tarihine baktığımızda, bilinen tarihin hemen her devrinde insanların niyet, umut, beklenti ve arzu ettikleri hayat tarzlarını yükledikleri hayaletler ya da kavramlar mevcut olmuştur. Bazen bu umut ve beklentiler hayâl olarak kalmış, bazen de mükemmeli her zaman aramakla birlikte yaşanabilmiştir.
İnsan, başta kendisi ve çevresi olmak üzere, Tolstoy’un belirttiği gibi, evrenle ilişki kurmaktadır. Kurulan ilişki, eril ve dişil olmak üzere iki şekilde ortaya çıkabilir. Bunun sonucunda evren tasavvuruna ulaşılmaktadır.
İnsan, şahsiyeti ile evren arasında ilişki kurmaktadır ve bu ilişkinin bir nev’inde de ahlâk denen hayat kuralları manzumesi doğmaktadır (Tolstoy, 1998). Tolstoy’un kurulan ilişki ile kastettiği dindir ve ahlâk buradan doğmaktadır.
Batının, genel olarak zihniyet tarihine ve zihin dünyasının tezahürlerine bakıldığında, bahsi geçen anlayışın izlerini sürmek mümkündür. Bunu anlamanın yolu, öncelikle insan ve insan anlayışından hareket etmeyi gerekli kılmaktadır.
İnsanoğlu, hem kendisini hem de yakın ve uzak çevresini bilmek ve onunla ilişki kurmak istemiştir. Bu istek toplumları Tanrı, tabiat, toplum ve insan anlayışından oluşan sütunlar üzerine bina edilmiş evren tasavvuruna götürmüştür.
Batı, zihinsel haritasını oluştururken daima kendisini öteki karşısında konumlandırmıştır. Bazen fiilen bazen de kültürel olarak bu yolu tercih etmiştir. Bu süreçte kendisini merkeze yerleştirip kutsarken, tehdit algılamasına bağlı olarak diğerlerini farklı mesafelerde ötelemiştir.