İnsan, kendi varlığının farkında olan, kendini gerçekleştirmek -inşâ etmek- üzere bu dünyada bulunan, çevresini “dünya” haline getirerek kültür ve uygarlıklar yaratan bir varlıktır. İnsan ile onun ürünü olan kültür arasında çift yönlü bir etkileşim vardır. İnsan kültürü yaratır; kültür de bir anlamda insanı... Her insan, tek bir varlıktır; birbirinin tıpa tıp aynısı olan iki insandan söz etmek mümkün değildir.
Tanrı, en güzel şekilde yarattığı insanı, birtakım yaratıcı yetilerle donatmıştır. İnsanın yaratıcılığı, Kur’an’ın diliyle “insana isimlerin öğretilmesi” (2/31) ile birlikte başlar. İsimleri, varlıklara isim vermeyi öğrenen insan, kendi ürettiği kelime ve kavramlarla düşünmeyi başarır.
Küreselleşme, en basit şekliyle, insanlar arası etkileşimin küresel bir boyut kazanmasıdır. Belki de insanlık tarihinde ilk defa, bütün insanlığı küresel ölçekte böylesine etkilemek, yönlendirmek, hatta biçimlendirmek mümkün hale gelmiş bulunmaktadır. Demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi değerler, tüm insanlık için ortak hale gelmiştir.
Irak’ta kelimenin tam anlamıyla bir cinnet yaşanmaktadır. Olup bitenleri akılla, sağduyu ile, vicdanla, dinle veya imanla izah edebilmek pek mümkün değildir.
“İnsan şunu da bilir ki kendisine düşünmemeyi telkin eden his şeytani vesveseden başka bir şey değildir; çünkü böyle bir davranış ancak şeytanın işi olabilir, amacı da kişiyi aklının ürününü toplamaktan alıkoymak, fırsatları değerlendirmesine ve arzusuna ulaşmasına vesile olan bu ilahi emaneti kullanmak konusunda onu korkutmaktır.” Maturidi, Kitabu’t-Tevhid, 172
Bilim, gücü ve etkinliği görmezlikten gelinemeyecek kadar önemlidir. İnsanlığın tarihsel akışında, kültür ve uygarlıkların yaratılmasında etkin olan unsurların başında bilim vardır. Bugün bütün dünyayı etki çemberi altına alan çağdaş Batı Uygarlığı, ağırlıklı olarak “Batılı Bilim Paradigması” doğrultusunda, bu paradigmanın biçimlendirdiği bir insan ve evren tasavvuru çerçevesinde şekillenmiştir.
Türkiye’deki, hatta İslam dünyasındaki dini ve toplumsal hayatı doğru anlayabilmek için anahtar niteliği taşıyan kavramlardan birisi “cemaat” tir. Ancak, “cemaat” i konuşmak kolay değildir. Kolay değildir; çünkü eleştiriniz çok kolaylıkla din karşıtlığı kategorisine yerleştirilebilir.
Türkiye’yi doğru anlayabilmek için Türkiye’deki dini hayatı, bunun için de cemaat meselesini doğru anlamak gerekmektedir. Türk toplumunun çok dilli ve çok dinli Osmanlı’dan devraldığı toplumsal yapının cemaat temelli olduğu söylenilebilir.
Küreselleşmenin göze ve kulağa en hoş gelen taraflarından birisi, Ebu Garib hapishanesinden, muhtemelen iç hesaplaşmalara dayalı olarak basına sızdırılan birkaç kare fotoğrafın, insanlara “kral çıplak” dedirtecek kadar etkili olmasına imkan sağlaması...
“Ey Muhammed! Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir” (Zümer, 18). Gelenek, “bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” anlamına gelmektedir.
İslam, insanlara insan olmanın, insanca yaşayabilmenin temel ortak paydasını kazandıran bir dindir. İslam, en temelde Allah’a yönelik bilinçli teslimiyettir. Müslüman insan, kendi varlığının farkında olarak Yüce Yaratıcı’nın varlığını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır.
Toplumların gelişmişlik düzeyi ile ilgili en şaşmaz ölçüt kadının yeridir. Kadınlara hak ettiği değerin verilmediği bir toplumun uygar olduğundan, gelişmiş olduğundan asla söz edilemez.
Türkiye’de siyasetin ayrıştırıcı dili “korku” merkezlidir. Siyaset bir tür “tanrısal güç” vehmettirdiği için, korku ile bütünleşen güç, çözüm aracı olarak görülebilmektedir. Oysa, beşer planında gerçek güç özgürlükten, özgüvenden, dürüstlükten ve bilgiden gelir.
Hz. Muhammed, alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O bir akıl ve özgürlük peygamberidir. O'nun sünnetine uymak, O'nu "örnek" almaktır. Hz. Muhammed'i doğru anlayabilmenin ana ilkelerini bize Kur'an verir.
Din insan için, insan hayatına anlam kazandırmak için vardır. Ne var ki, insanlık tarihi boyunca, iktidarı/gücü elinde bulunduranlar, bunun sürekliliğini ve meşruiyetini sağlayabilmek için dini kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir.
Kadına ve çocuğa yönelik her türlü olumsuz davranış, insan olma onurunu zedeleyen, insanlığın geleceğini karartan onursuz bir davranıştır.
İslam, en temelde Allah’a yönelik, üst seviyede bilgi ve bilinçle gerçekleşen bir teslimiyettir. Müslüman, varlığın temelinde Allah’ın rahmet ve merhametinin yattığını çok iyi bilir.
Türkiye, tarihinden, Batı ile ve Batı Medeniyeti ile sıcak diyalogundan, “Yeni Dünya Düzeni” arayışına giren dünyanın içine sürüklendiği “değişim” den ve yeniden yapılanmadan, jeopolitik konumundan, kültüründen ve değerlerinden kaynaklanan çok ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinin içine girmiştir.
Oysa, Alevilik gibi, Türkiye’nin milli birlik-bütünlüğü açısından hayatî önem taşıyan, ülke gündeminde sürekli baş sıralarda yer bulan bir meselenin, bilimsel nitelikli doğru bilgi olmadan tartışılması, konuşulması, öyle zannediyoruz ki, faydadan çok zarar getirmektedir.
Türkiye’nin, öncelikle İslam dini hakkında doğru bilgi sahibi olan insana ihtiyacı vardır.