Semerkand’da okuduğu ezanın sesi Adriyatik’te yankılanan, Seyhun ve Ceyhun Irmaklarında aldığı abdestin namazını Kosova ve Niğbolu’da kılan kahraman Türk milletinin fertleri arasından, gerek fen ilimlerinde, gerekse İslâmî ilimlerde büyük âlimler yetişmiştir. Asırlar boyunca unutturulmaya çalışılmasına rağmen isimleri ve eserleri günümüze ulaşan ve kutup yıldızı gibi yolumuzu aydınlatan bu âlimlerden biri de Mansur el-Mâtürîdî’dir. O, kendisi gibi Türk soyunun mümtaz mensubu İmam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri’nin yolunu tâkip ederek ‘Hanefi Müslümanların İtikat imamı’ unvânına hak kazanmıştır.
Uzun, derin ve köklü bir geçmişe sâhip olan Türkler, gerek Müslümanlığı kabul etmeden önce gerekse kabulden sonra bulundukları coğrafyalarda ilmî gelişmelerin öncüleri olmuşlardır. İlim ve kültür merkezi hüviyetindeki Semerkant, Buhara, Fergana, Herat, Talas, Kâşgar ve Özgen gibi yerleşim yerleri âdeta âlim fidanlıkları gibi verimli topraklardır. Bu şehirler ilme, sanata ve edebiyata ehemmiyet veren; âlimi, sanatkârı ve şâiri destekleyip himâye eden Türk hükümdarlar ile devlet adamları tarafından çeşitli sanat eserleri ve mimârî yapılarla donatılarak bayındır hâle getirilmiştir. Bu yapılar içerisinde özellikle ilmin simgesi konumunda olan medreseler ile kütüphanelerin önemli bir yeri vardır. Bu medreselerden yetişen Türk İslâm âlimlerinin en önemlilerinden biri Mansur el-Mâtürîdî’dir. Mâtürîdî, bin yıl öncesinden günümüz insanlarını huzura kavuşturacak prensipleri belirlemiştir.
Dünyâmızın mevcut düzeni, insanlığa huzur müjdesi veremiyor. En problemsiz toplumlar bile yakın veya uzak bir gelecekte, ‘kelebek etkisi’ kavramı sebebiyle huzursuzluk tusunamisinin kendilerine de ulaşabileceğinden endişe ediyor.
O halde, yeni bir medeniyet anlayışını inşa etmek mecbûriyeti söz konusudur. Yeni bir medeniyet anlayışı, insanlığın huzuru için elzemdir.
Beklenen ve özlenen medeniyet; Mâtürîdî’nin akıl, din, bilgi, hürriyet ve saadetle alâkalı olanlar başta olmak üzere bütün düşünceleri temel kabul edilerek inşa edilebilir.
İslâm âlemindeki huzursuzluğun, görünen en önemli sebeplerinin giderilmesi için Mâtürîdî, asırlar öncesinde çözümler üretmiştir. Ancak bu çözümler, târihin derinliklerinde kalmıştır. Bilindiği gibi Mâtürîdî; dönemin İslâmî ilimler çevresi olan Mekke, Medine, Bağdat, Basra, Kûfe ve Şam bölgelerinden uzakta, Türk diyârı Mâverâü’n-Nehr bölgesinde yaşamıştır. Bu sebeple, biraz da ırkî mensubiyeti dolayısıyla ön plana çıkamayışı, oluşturduğu sistemin bir taraftan cihanşümul olmasını diğer taraftan da yıpranmasını engellemiştir. İncelendiğinde görülecektir ki oluşturduğu sistem sağlamdır. Aynı çağda diğer İslâm âlimlerinin geliştirdiği sistemler gibi felsefeyi, astronomiyi ve fen ilimlerini red veya ihmal etmemiştir.
Mâtürîdî’nin vazettiği sistemin uzağında kalanlar, aklı ve bilgiyi değil, temelsiz bir imânı ve teslimiyeti öne çıkarmışlardır. Bu düşünce ile hareket edenler, kurdukları tarikatlar ve oluşturdukları cemaatlerde önce mensuplarının, sonra da toplumun önemli bir kesimini yönlendirme imkânı bulmuşlardır. Böylece İslâm’ın özünü bilmeyen şekilci bir Müslümanlık üretmişlerdir.
Oğuz Çetinoğlu’nun hazırladığı eser, Matürîdî’yi ve O’nun önce İslâm âlemini sonra da bütün insanlığı huzura ve saadete ulaştıracak sistemini yeniden gün ışığına çıkarıyor.